Bu bir “yeni yıl dilekleri” listesi değil. Bu bir üzerime yapışmış, bana ait olmayan sesleri, beklentileri, yükleri bırakma kararı.
Seneler geçiyor, büyüyor ve değişiyoruz. Hayat akıp geçiyor…
2026 yılı kapıda. Takvimlerimizden bir sayı değişecek peki ya sen değişecek misin?
Belki değiştirmek istediğin alışkanlıkların var ama korkuyorsun belki de hayatın akışında körleştin.
Bırakmak istediğim ve kazanmak istediğim alışkanlıklarımı sorguladığım bir dönemdeyim. Bunun için yeni yılı harika bir zaman olarak görüyorum. Sizlere de ilham olması için, bırakmak istediğim alışkanlıklardan bahsetmek istedim.
Unutmayın, bırakmak eylemsizlik değil, büyük bir eylemdir.
1)Başkalarının cümlelerini kendi iç sesim sanmayı bırakıyorum.
Birinin söylediği tek bir sözün, bütün günümü ve kendimle ilişkimi zehirlemesine izin vermeyeceğim.
İçselleştirmeyeceğim.
Benim gibi duygusal ve empatik insanlar, dış sesleri iç sese dönüştürmeye çok meyillidir. Beynimiz eleştiriyi tehdit algılayıp “hayatta kalma” meselesi yapmaya çok hevesli…O anlarda bir gerçeği kaçırıyoruz: Her söylenen doğru değil. Her söylenen sen değil.
Böyle anlarda “Bu gerçekten bana mı ait, yoksa başkasına mı? diye bir sorabilmek lazım.
Her cümleyi içeri almak zorunda değilim. Bazı sözler dışarıda kalabilir.
2)Her şeyi aynı anda yapmaya çalışmayı bırakıyorum.
Çok şey yapmak üretmek istiyorum ama dağılıyorum. Az ama derin ilerlemek istiyorum.
Modern dünyanın en büyük yanılgısı: çoklu görev.
Multitasking çok övülüyor, özellikle iş dünyasında. Birden fazla şey yetiştirebiliyor olmak insanı güçlü hissettiriyor gibi görünse de duygusal yorgunluktan başka bir işe yaramıyor. Sonunda kendimizi içsel bir boşlukta, sürekli yetersiz hissediyoruz.
Araştırmalar çok net, beyin aynı anda birden fazla bilişsel işi verimli yapamaz. Çoklu görev sırasında prefrontal korteks adı verilen beynin en gelişmiş bölgesi bilişsel esneklik için devreye girer. Araba sürerken telefonda konuşmak ya da yemek yaparken haberlerle ilgilenmek; beynin ilgili devrelerinde hızla bir işten diğerine geçiş (task switching) mekanizmasını devreye alır. Ancak bu geçişler sandığımız kadar “bedava” değildir.
Amerikan Psikoloji Derneği’ne göre, bir işten diğerine geçerken beynin ortalama 15–23 dakika arasında bir odaklanma kaybı yaşadığı tespit edilmiş (kaynak). Bu “geçiş maliyeti” zamanla artarak karmaşık görevlerde yapılan hata oranını yükseltiyor.
Sonuç? Yorgunluk, dağınıklık ve “hiçbir şey tam olmamış” hissi.
Çok şey yapmak, üretkenlik değil. Az ama derin ilerlemek, gerçek ilerleme.
3)Kendimi sürekli “daha iyisi olmalıydı” diye hırpalamayı bırakıyorum.
İyi olanı görmeden mükemmele koşmak kendime saygısızlık.
Mükemmellik masum gibi görünür ama zehirlidir. Çünkü içinde asla ulaşılamayan bir hedef barındırır.
Bir hedefe ulaştığında zihin çok kısa bir sürede yeni bir “daha iyisi” üretiyor. Böylece tatmin duygusu hiç tam yaşanmıyor. Psikolojide buna hedonik adaptasyon deniyormuş. Sürekli daha iyisini kovalamak gelişim değildir. Kendinle savaşır durursun. İyi olanı görmeden mükemmele koşarak, kendimize şunu söylüyoruz: “Ne yaparsam yapayım yetmeyecek.”
2026’da durup kendime şunu hatırlatacağım:
Olduğum noktayı inkar etmek yerine orayı kabul ediyorum. Gelişim kendini yok sayarak değil, kendini tanıyarak olur.
4)Dinlenmeyi hak edilmesi gereken bir ödül gibi görmeyi bırakıyorum.
Dinlenmek tembellik değil, sürdürülebilirliğin şartı.
“Önce yorul, sonra dinlen.” demeyi bırakmak istiyorum.
Dinlenme, performansın sonucu değil; ön koşuludur.
Parasempatik sinir sistemi (“dinlen ve sindir” sistemi), vücudu sakinleştiren ve dengeleyen önemli bir sistemdir. Ancak dinlenirken devreye girer. Hücreler yenilenir, bağışıklık güçlenir, zihinsel berraklık geri gelir.
Dinlenmeyi erteledikçe verimliliğim artmıyor, tükenmişliğim artıyor.
2026’da dinlenmenin tembellik olmadığını kendime sık sık hatırlatacağım.
5)Başkalarının beklentilerine göre şekil almayı bırakıyorum.
Sürekli insanları memnun etmeye çalışan kişiler “people pleaser” olarak tanımlanıyor. Ben de bir süre önce bununla ilgili bir farkındalık yaşadım.
Herkesi memnun etmeye çalışmak dışarıdan uyumlu olmak gibi görünebilir. Oysa bu bir vazgeçiştir: Kendin gibi olmaktan vazgeçiş.
People-pleasing davranışı çoğunlukla erken öğrenilmiş bir güvenlik stratejisidir.
“Eğer uyumlu olursam, terk edilmem.”
Ama yetişkinlikte bu strateji çalışmaz. Sadece sınırlarını yok eder.
Herkes mutlu olsun diye şekil aldığında, ortada “sen” diye bir şey kalmaz.
6) Kendime inanmayı seçiyorum.
Çok stresli olduğum ya da başarısız hissettiğim anlarda iç sesim,
“Ben yeterliyim, ben yapabilirim.” diyerek kendimi ikna etmeye çalışır.
Ama buna gerçekten inanarak söylediğimden şüpheliyim.
Çünkü insan bildiği şeye ikna olmaya çalışmaz.
Bu yıl kendimle pazarlık etmeyi bırakmayı öğrenmek istiyorum.
Tek bir gerçek var: Kendim. Kanıta ihtiyacım yok.
7)Her duyguyu hemen çözmem gerektiğini düşünmeyi bırakıyorum.
Bazı duygular sadece hissedilmek içindir; hemen düzeltilmek zorunda değildir.
Her duygu bir problem değildir. Bazıları sadece mesajdır.
Duyguları hemen “düzeltmeye” çalışmak, bana gerginlik, acı ve huzursuzluk olarak geri döndü.
Duygu regülasyonu, duyguyu yok etmek değil; onu tanımak, fark etmek, yorumlamak ve yönetebilmektir.
Bu sene duygularımı daha iyi yönetebilmeyi ve daha soğukkanlı kalabilmeyi istiyorum.
8)Kendimle çok sert konuşmayı bırakıyorum.
Dünyanın yeterince acımasız olduğu bir dönemde, bir de kendi kendimize acımasız olmak…
Bunu acilen bırakmalıyız.
İç ses, sinir sistemi için dış ses kadar gerçektir. Kendine söylediklerin, bedeninde kimyasal karşılık bulur. Sürekli sert konuşmak, beyni sürekli tehdit modunda tutar. Bu da yorgunluk, kaygı ve tükenmişlik yaratır.
Elbette kendimizi eleştireceğiz. Hata varsa hata, yanlışsa yanlış.
Ama şefkatli bir yerden.
Dünyada yeterince güvende hissetmiyoruz; bari iç sesimizde güvende hissedelim.
İç sesim benim evim olacak.
9)Zihnimin içinden çıkıp, sadece “yapacağım”.
Başlamadan bitmiş senaryolar, yaşanmadan tüketilmiş korkular, ihtimaller…
Beyin, yapmayı ve düşünmeyi birbirine çok benzer şekilde kodlar. Bir yapmak istediğin işi defalarca zihninde kurduğunda ya da anlattığında, beyin “tamam, bununla ilgilendik” sanabilir. Dopamin salgılanır, geçici bir tatmin oluşur. Ama ortada gerçek bir eylem yoktur.
Buna false progress denir: sahte ilerleme.
Bazen çok düşündüğün bir iş için hiç yol almamış gibi hissettin mi?
İşte bu yüzden.
İlerleme için düşünmek ilk adımdır ama gerçek ilerleme, adım atıldığında başlar.
10)Kendi ışığımdan korkmayı bırakıyorum.
Ben yıllarca başarısız olmaktan korktum ve bu olmasın diye çok çalıştım.
Sonuç mu? Elbette başarısız da oldum.
Ama asıl fark ettiğim şey şu oldu: Başarılı olduğumda da rahat edemedim.
Çünkü başarı, görünürlük getiriyor. Ve görünürlük herkes için güvenli bir alan değil.
Psikolojide bunun bir adı var: Jonah Kompleksi.
Kişinin potansiyelinden, kendi büyüklüğünden bilinçsizce kaçması.
Çünkü başarı; sorumluluk ister, “ben buradayım” deme cesareti ister. Hata yapma ihtimali de herkesin gözü önündedir artık.
Beyin bunu tabii ki tehdit olarak algılar. Geri çekilmek, ertelemek, kendi ışığından korkmak; çoğu zaman sinir sisteminin seni korumaya çalışmasıdır.
Ama paradoks burada başlar.
Potansiyelini bastırmak mutsuzluk getirir.
“Ben daha fazlasıydım” duygusu ağırlaşır.
Bu sene ışığımı kısmamayı öğrenmek istiyorum.
Görünür olmanın riskini almayı.
Hata yapma ihtimaliyle birlikte gerçek olmayı.
İnsan, ışığını saklayarak büyüyemez.
Bu bir “yeni yıl dilekleri” listesi değil.
Bu, üzerime yapışmış; bana ait olmayan sesleri, beklentileri ve yükleri bırakma kararı.
Beni yoran, küçülten, oyalayan her şeyi bilinçli olarak geride bırakmak istiyorum.
Takvimler değişiyor, evet.
Ama asıl değişen şey şu:
Artık kendimden kaçmıyorum.
2026 Yılında Bırakacağım Alışkanlıklar was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.