Ata’mızın vefatının üzerinden 87 yıl geçti. Her fani gibi o da vefat etti ve toprağa karıştı. Kurduğu ülke ise 102 yaşında.
Türkiye’nin kuruluş adımlarını simgeleyen her resmî bayramda Anıtkabir dolup taşıyor. Mustafa Kemâl ve arkadaşları minnet ve şükran ile anılıyor. Biliniyor ki tarih sahnesinden silinmek üzere olan bir imparatorluğun halkından, milletin ta kendisinden ve millet ile birlikte yeni bir ülke kurulmuş, sınırları çizilmiş, geçmişin borçları ödenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti olarak kısa zamanda her alanda kendine yeten bir ülke haline gelinmiş.
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk, 1881'de başlayıp 1938'de nihayetlenen 57 yıllık kısacık hayatına onlarca savaşı sığdırdığı gibi, savaş bitip ülke özgürlüğüne kavuşunca (ki kaybetmeyi hiç düşünmemişti) yapılacak yüzlerce projeyi savaş alanlarında düşünmüş, savaş bitip ülke özgürlüğüne kavuştuğunda hepsini tek tek gerçekleştirmişti.
O, Devlet-i Aliyye’ye, yani Osmanlı’ya doğmuş, Osmanlı’da yaşamış, Osmanlı’nın içinden çıkmıştı. Ancak diğer krallıklar ve imparatorluklar gibi Osmanlı’nın da ortadan kaldırılmak üzere olduğunu anlamıştı. Yeni bir çağ başlıyordu ve bu çağda bağımsız ve özgür bir ülke olarak yaşamak gerekiyordu.
Anadolu ise savaşlardan bitap düşmüş, hastalıklarla boğuşan, okuma yazması dahi olmayan, çaresiz ve fakir yaklaşık 3 milyonluk bir nüfusa sahipti. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrası Anadolu’ya sığınanlarla birlikte nüfus 13 milyona ulaştı.
Üzerinde yüzlerce devlet kurulup yüzlercesi yıkılmış Anadolu’yu kanının rengine bakmaksızın Türklük şemsiyesi altında toplamak lazımdı. İşte Atatürk onları bir araya getirdi, onlara gelecek vadetti, onlara umut aşıladı.
Ve bugün buradayız…
Darbe Başka Devrim Başka
Bazılarına göre Atatürk bir anda ortaya çıkmış, ‘Muhteşem Yüzyıl’ı bir anda sonlandırmış, adeta imparatorluğa darbe yapmıştı. Hatta arkasında ‘DIJ Güçler’ vardı. Oysa Mustafa Kemâl tüm o güçlerin tekerine çomak sokmuş, peşkeş çekilmiş ülkeyi gerçek sahiplerinin ellerine teslim etmiş, büyük oyunu bozmuş, işgalcileri yurttan kovduktan sonra kurduğu rejim ve peş peşe gelen devrimler ile ülkeyi aydınlığa çıkartmıştı.
Lakin hiçbirisi kolay olmamıştı…
İngiliz Muhipleri Cemiyeti
İngilizlerin işgal ettiği (İstanbul, önce 13 Kasım 1918, sonra 16 Mart 1920'de olmak üzere iki kez işgal edildi. İkinci işgalde idareye el kondu.) İstanbul’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti vardı mesela. Atatürk Nutuk’ta cemiyeti şöyle anlatır:
“İstanbul’da önemli sayılabilecek kuruluşlardan biri İngiliz Muhipleri Cemiyeti idi. Bu addan, İngilizlere dost olanların kurduğu bir dernek anlaşılmasın. Bence, bu derneği kuranlar kendi şahıslarını ve kendi çıkarlarını gözetenler ile, kendi çıkarlarının korunma çaresini Lloyd George (Loyt Corc) hükûmeti aracılığı ile İngiliz himâyesini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiliz Devleti’nin Osmanlı Devleti’ni bir bütün olarak korumak ve himaye etmek isteğinde olup olamayacağını bir defa olsun dikkate alıp almadıkları, üzerinde düşünülmeye değer. Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve Halîfe-i Rûy-i Zemîn unvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ile Sait Molla bulunuyordu. Dernekte Rahip Frew (Fru) gibi İngiliz milletinden bazı macera heveslileri de vardı. Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi. Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi.”
Kaynak: Kara Harp Okulu
O günden bugüne büyük oyuncular hiç boş durmadı. Büyük bir sabır ve inatla ülkemizi parçalama oyunlarına devam etti. Bunun için de silah olarak Türk halkının kendisini kullandı. Kâh Sağ-Sol dedi, kâh Türk-Kürt dedi, kâh Laik-Müslüman ayrımı ile insanları birbirine kırdıra kırdıra kaç nesli helak etti.
Evet, Şükran Borçluyuz
Malum, son dönemlerde Atatürk’e saldırmak iyice moda oldu. Dün Saraçhane’deki Atatürk karşıtı etkinliğe (evet evet, böyle bir etkinlik düzenlenmiş ve güvenlik güçleri engel olmaya çalışmamış, bilakis etkinlikçileri korumaya almış.) 25 kişi katıldı ve 87 yıl önce ebediyete karışmış Atatürk’ü, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet içinde özgürce yaşarken zalimce protesto etti.
“İnanca Özgürlük” sloganı atarlarken Atatürk’ün din ve inancı sağlama almak için Diyanet’i kurdurduğunu biliyorlar mıydı diye düşündüm.
Anlaşılan, “Yaradan Rabbimizden Başka Kimseye Şükran Borçlu Değiliz” dövizi taşırken, Atatürk’ün gelişi için Yaradan Rab’be şükran duymaları gerektiğini, Atatürk’ün “Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.” dediğini de bilmiyorlardı.
“Türkçe Ezan” dövizi ile bir dönem ezanın Türkçe okunduğunu protesto ediyorlardı ama oradaki iyi niyeti göremiyorlardı. Herkes Arapça bilmiyordu ama herkes Türkçe biliyordu. (Ezanın Arapça okunması Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle Diyanet tarafından 1932'de yasaklandı, 18 yıl sonra 16 Haziran 1950'de yasak kaldırıldı.)
Hoş, ezan yüzyıllarca Arapça okunmuştu. Arapça da okunsa Türkçe de okunsa, herkes ezanın namaza davet olduğunu biliyordu.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti halkının Türkçe konuşmasını, Türkçe okumasını, Türkçe ibadet etmesini, Türkçe şarkı söylemesini istiyor, Osmanlı toprağı olduğu dönemlerde Arap yarımadasında ve Kuzey Afrika’da bulunmuş, oralarda cenk etmiş, insanını tanımış biri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Araplaşmasını istemiyordu.
Ve Arapların en iyi yaptığı şey Arap olmayan ülkeleri Araplaştırmak idi.
Oysa biz Araplaşmadan da Müslümanlığını yaşayabilen göz bebeği bir ülkeyiz. Öyle de kalmaya devam edeceğiz…
25 Kişi
Gördüğümüz üzere artık 5816 sayılı kanun olan “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunu”nun kaldırılmasını da beklemiyorlar. Suçu aleni ve korkusuz işliyorlar.
“25 kişiden ne olur, cürmü kadar yer yakmaz” demeyin.
O 25 kişinin yaptığı/yaptırıldığı göstermelik bir test sürüşü olabilir. Her zamanki gibi hedef saptırma ve konuşulması gerekenlerin konuşulmamasını sağlamak olabilir. Atatürk’ü ve Allah’ı kullanarak milyonları tahrik etmek amaçlı olabilir.
Her ne ise, bunun adı saf kötülüktür…
P ise Q
Atatürk’ü seversen Müslüman değilsin, Allah’a inanırsan Atatürk’ü reddetmelisin kafası işte…
O kafaya göre ‘Atatürk’ diyen milyonlarca insan Müslüman olmuyor, Allah’a inananlar da Atatürk’ü değil emperyalist devletleri onaylıyor.
Evet, haklısınız, p ise q önermesi burada geçerli olamaz. Çünkü bu önermenin hiçbir mantığı yok.
Yoksa 85 milyon eksi 25'i nasıl açıklayabiliriz?
Su Uyur Düşman Uyumaz
Atatürk’ün ve din ve milliyet gibi kavramların kullanılması ilk değil. Hatırlayın; 1955 yılının eylül ayında yaşanan “6–7 Eylül Olayları”, Kıbrıs Türklerine yapılan baskılarda Rum azınlığın desteği olduğu haberleri ile başlamış, Atatürk’ün Selanik’teki doğduğu evin bombalandığını iddia eden yalan haberlerle tetiklenmişti. Sonradan yakalanan bir Türk konsolosluk yetkilisinin dediğine göre bombalama, olayları kışkırtmak için kurgulanmıştı.
1955'ten itibaren Demokrat Parti hükûmeti gittikçe zorlaşan bir ekonomik durumla karşı karşıya kalmış, yüksek enflasyon nedeniyle hayat standardı düşen kesimin güvenini kaybetmiş, şüpheli metotlarla muhalefeti susturma çabaları ise basının, aydınların ve öğrencilerin DP’den soğumasına yol açmıştı. Alman Dışişleri’nin bir raporuna göre, muhalefeti kontrol amacıyla ‘7 Eylül 1955 günü İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan edilmesine’ olaylardan 15 gün önce zaten karar verilmişti. 1956 yılında muhalefeti baskı altına almak için Basın ve Toplantı Yasası’na getirilen kısıtlamalar da büyük ölçüde 6–7 Eylül olaylarıyla gerekçelendirildi.
Binlerce Rum’un göç etmesine sebep olan olaylarda sorumluluk önce Kıbrıs Türk'tür Cemiyeti’ne, ardından komünistlere, sonra halka yıkıldı. Cemiyet işin içinden sıyrıldı, komünistler beraat etti. Hesap veren ise Adnan Menderes ve DP hükümeti oldu. Yassıada Duruşmalarında yargılandılar. Olaylar tam olarak aydınlanmadı ancak amacına ulaştı. Azınlık nüfus iyice azaldı, sermaye el değiştirdi.
****
Güzel ve her bakımdan zengin bir coğrafyada yaşamanın bedeli her daim rahatsız edilmek olmalı. Atatürk de bunu biliyordu ve zaman içinde yaşanabilecekleri görüyordu.
Ki gençliğe böyle seslendi:
“Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
‘Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni satır satır, kelime kelime, hece hece okuduktan ve dönüp günümüze baktıktan sonra ne düşündünüz?
Haklı mıymış, haksız mıymış?
Ya asil kan, o kan hâlâ damarlarda akıyor muymuş?
Yoksa kan koyulaşmış ve damarlar da tıkanmış mıymış?
9 Kasım 2025 / C.E.Y.
O’nu anlatamadık mı? / 10 Kasım 2010
Şikâyet gibi olmasın ama Atam / 11 Kasım 2014
Ulusun, korkma! / 10 Kasım 2016
“Beni Hatırlayınız” / 11 Kasım 2019
Ezgilerle Atatürk, Tangolarla Cumhuriyet / 14 Kasım 2023
Asil Kan Aranıyor! was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.