Başka Bir Dünya Yok, O Yüzden Buna Sahip Çık – Fırat Yaşa ile Röportaj

Başka Bir Dünya Yok, O Yüzden Buna Sahip Çık – Fırat Yaşa ile Röportaj

Başka Bir Dünyada adlı yeni kitabının yayımlanmasının ardından Fırat Yaşa ile çizgi romanları hakkında sohbet ettik. Yazmak ve çizmek ile başlayan muhabbetimiz sanatın tüm formlarına doğru aktı gitti.

Tepe çizgi romanı Fransızcaya çevrilen, Sırça Köşk uyarlaması herkesçe sevilen ve Başka Bir Dünyada kitabının baskısı Çizgi Festivali‘ne yetişti diye havalara uçtuğumuz Fırat Yaşa ile festivalin ardından oturup biraz sohbet etme şansı bulduk. Tarih bilgim hayli zayıf olduğu için Boğaziçi Üniversitesi’nin tarih bölümünden yazarımız Kerem (Mazman) ile birlikte gittik röportaja. Ancak Fırat Yaşa bu özgüvensizliğim karşısında hayli şaşkındı:

Tepe’yi anlamak için Göbeklitepe’yi bilmen gerekmiyor ki. Ha Göbeklitepe, ha başka bir tepe. Önemli olan oradaki hikaye. Hiç tarih bilmesen de olur.

Böylece tarih konusunda bilgi verme görevinden azat edilen Kerem başladı çizgi roman ve sinema sanatı hakkında sohbet etmeye. Geriye de röportajdan ziyade hoş bir muhabbetin anısı kaldı bize. Konuştuklarımızı ve Fırat Yaşa’nın çizgi roman dünyasıyla ilgili anlattıklarını sizler için derledik. “Yok ben öyle yazılı okumayayım, ben de sohbet isterim!” derseniz sizleri de imza günlerine ve festivallere bekleriz. Hatta Aslında Yüzü Güzel Grafik Roman Kitap Kulübü‘nün Şubat 2026 kitabı Başka Bir Dünyada olacak! Buyrun gelin hep beraber konuşalım. Ha bir de, Kadıköy Karikatür Evi’nin hazırladığı şu video da hayli güzel olmuş, göz atın bizce bir!

Çizmek, çizgiler ve çizgi roman hakkında

Çizgileri genelde mağara resimlerine benzetilen ve bu yönüyle anlattığı hikayelerle de çok uyumlu olan çizim tarzını övdük Fırat Yaşa’nın. Bu tarz çizimleri kendisinin çok beğendiğini söyledi. İnsanların eski zamanlardan beri resim yapma arzusu hissetmesini heyecan verici buluyor Fırat Yaşa. Çizimlerin insanlığın ortak dili olduğunu ve bu yüzden çoğunluğun inandığının aksine herkesin çizim yapabilme yeteneğine sahip olduğunu söylüyor.

“Ben okumayı öğrenmekte zorlanmışım. Annem de Fındıklı’da bir bankada çalışıyordu ve müdürü ona belki okuması daha kolay olur diyerek çizgi romanları tavsiye etmiş. Böylece annem bana çizgi roman almaya başladı. Kendi de ders kitapları arasında çizgi roman okurmuş eskiden zaten. Çizim yapıyordum zaten her çocuk gibi, ama ben çizmeyi hiç bırakmadım.”

Çizgi roman sanatını sinema ile edebiyatın arasında bir yere koyuyor yazar. “Sinemada izleyici çok pasif. Görüntü gözlerinin önünden akıp gidiyor. Edebiyatta ise okur yazıyı zihninde canlandırır, hayal eder. Çizgi roman biraz görsel, biraz yazı ile ortada bir yerde. Okura da iş düşüyor çizgi romanda. Kareler arası boşlukları hayal etmesi, panelleri takip etmesi, gördüklerini yorumlaması gerekiyor. Yapan kişi olarak ise çizgi roman yarattığınızda hem edebiyatın, hem sinemanın, hem de çizgi romanın kendine has anlatım tekniklerinden faydalanma imkanınız oluyor.” Kendisine Başka Bir Dünyada’da konuşma balonlarının içine yerleştirdiği sembolleri sorduğumuzda “İşte mesela bu sadece çizgi romanda yapabileceğin bir şey. Asterix’ler, Red Kit’ler çok yapardı!” diye ekliyor.

Ancak yapım maliyeti açısından çizgi romanı edebiyata daha yakın görüyormuş. “Hikaye anlatacaksan hem edebiyat hem çizgi roman için tek gereken kağıt-kalem. Çizim uzmanlığına lüzum yok. Çöp adam ile de anlatırsın derdini. Fakat sinema için ekipman gerekiyor. Daha masraflı bir hikaye anlatma yöntemi.”

Ona ilham veren şey tarih ve insanlar hakkında öğrendikleri

Genelde tarihi temalar işlemesinden bahsettiğimiz zaman “Ben öyle çok tarih bilen biri değilim. Daha çok kurgu okumayı severim” diyerek karşı çıkıyor Fırat Yaşa. “Orada ben bir hikaye anlatmak istiyorum önemli olan o. İlk yerleşim olarak Göbeklitepe hakkında öğrendiklerim bana çok vurucu geldi, ilham verdi. Gerçi sonra biri söyledi festivalde Çakmaktepe var daha eski diye. Sonra başka tepeler de buldular. Karahantepe mesela, daha günümüze yakın zamanda yapılmış bir yerleşim yeri. Tepe kitabını yazarken piramitler de aklıma çok gelmişti. Sonuçta onlar da tapınaktılar. Bunların hepsi yerleşik hayata geçiş, hiyerarşi ve organizasyon ürünü. Piramitlerin bir işlevi de yok aslında. Krallara mezar olsun diye yapılıyor. Onca insanın bu iş için ölmüş olması bana çok trajik geliyor.

Yerleşik hayata geçişi insanlık için doğa anadan ve hayvanlıktan kopuş olarak yorumluyor Fırat Yaşa. “Göbeklitepe’nin bulunuşuyla yerleşik hayata geçişin tarımla ilgili değil de, daha çok inançla ilgili olduğu ortaya çıktı. Göbeklitepe’de tapınakların merkezinde ve etrafındaki “T” şeklindeki anıtlar insan. Birçok hayvan kabartması da var taşların üzerinde. Günümüze daha yakın tarihli Karahantepe’de ise falluslar ve insan heykelleri var sadece. Hiç hayvan yoktu sanırım. Onca taşı uzaklardan kesip getirmişler, böyle bir inşa bir organizasyon olmadan yapılamaz diye düşünülüyor. Bana bu doğadan kopuş dönemi ve hiyerarşinin doğuşu hikaye anlattırıyor.”

Hikayelerinde genelde doğayı ve doğalı yücelttiği için Fırat Yaşa’ya teknolojiye nasıl baktığını soruyoruz. “Ben teknoloji veya yenilik karşıtı değilim” diyor. “Ben sadece yeniliğin ve teknolojinin bilinçli, sorumlu kullanılması gerektiğini düşünüyorum.”

Ona çizgi roman yazdıran şey ise gaddar bir ihtiyaç

Fırat Yaşa bir düşünürün sözünü biçok kez alıntılıyor röportaj boyunca. “Rahmi Öğdül paylaşmıştı, hoşuma gitti” diye açıklıyor:

Yaratıcı, haz uğruna çalışan biri değildir. İhtiyaç duyduğu için yaratır. (Deleuze)

Kendi ürettiği eserlerin de hep bir ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıktığını söylüyor. Çizgi roman yaparak ve hikaye anlatarak öfkesini ve kederini dindirebildiğinden bahsediyor mesela. Sırça Köşk dışında yazdığı tüm kitapların da kişisel bir ihtiyacın ürünü olduğunu anlatıyor. Ki Sırça Köşk de sonradan kişiselleşmiş.

Tepe’yi anneannem vefat ettiğinde yazmıştım. Çok güçlü ve akıllı bir kadındı. Vefat etmeden bir sene önce rahatsızlanmıştı. Hastanede ziyaret ettiğimde “Kara oğlum, ben yaşayacağımı yaşadım. Çok üzülme” demişti bana. Tool’un Parabola şarkısındaki o ‘pain is an illusion‘ sözüyle çok uyumlu gelmişti o acım. Tepe’de benim okuru ağlatmak gibi bir derdim yoktu. Ben ağlıyordum, o yüzden okur da ağladı. En çok annesini yakın zaman önce kaybedenler etkilendi o kitaptan.”

Başka Bir Dünyada’yı sorduğumuz zaman ise onun hikayesini Sırça Köşk ile birleştirerek anlattı Fırat Yaşa. “Sırça Köşk’ü seçimlerden önce çizmeye başladım. Kişisel bir hikaye değildi. Tamamen ülkesel bir derdim vardı ve Gezi’ye selam çakmak istemiştim. Ben onu çizerken abim dediğim kuzenim vefat etti. Sabahattin Ali’ye de çok benzerdi. Anneannemiz ona da “Sarı oğlum” derdi. Vefatının ülkenin krizleriyle de alakası vardı. O kitap abimin ani vefatıyla maalesef kişiselleşmiş oldu. Başka Bir Dünyada ise direkt abime ithaf edildi ve baş karakter Sez onun küçüklüğü.”

Başka Bir Dünyada aslında ironik bir başlık

“İnsanlar sevdiklerinin vefatlarıyla başa çıkmak için genelde hep başka bir dünyada buluşma hayaliyle teselli buluyor. Spinoza’nın tanrı fikri bana mantıklı geliyor: Tanrı bu evrenin dışında duran bilinçli bir varlık değil. Bu evrenin bizzat kendisi. Cennet-cehennem diye bir şey olması çok saçma. Yaşadığımız dünya dışında başka bir dünya yok. Doğal olarak dinlere de inanmadığım için yasla başa çıkmak zor oluyor. Duygularımı çizerek, hikaye anlatarak rahatlıyorum. Bir gün her canlının ölmesi gerektiği fikriyle de teselli buluyorum. Abimin vefatından sonra teselliyi ben de bir gün öleceğim diye düşünerek buldum.” Bu da bizi Başka Bir Dünyada kitabının kralına getiriyor.

“Mesela o karakter ölümsüzlük istiyor. Bana bunu istemek saçma geliyor. Zaten belli bir yaştan sonra hem bedenin hem zihnin çöküyor. Hem bedenen hem zihnen çökmüşken yaşamakta diretmeyi anlayamıyorum” Fırat Yaşa’nın böyle düşünmesi onun için hayatı bir mücadele olarak görmesiyle de alakalı. Onun gözünde mücadele edemediğinde ya da etmediğinde hayat da yok olmaya başlıyor. Bu konudaki fikirleri sohbetimiz yapay zekaya değindiğinde daha da bir açıklık kazanıyor:

“Hayat dediğin şey hep bir mücadele olmuş. Yemek bulmak için mücadele, barınmak için mücadele. Yaptığımız her şey bir mücadele. Benim için sanat bir ihtiyaç mesela. Eğer ben bu sanatı yapay zeka kullanarak 5 dakikada yapıyorsam günün kalanında, hayatımın kalanında ne yapacağım? Mücadele bunun neresinde? Eğer yapay zeka kullanmamın arkasında bir fikir varsa bu fikir hala bir gelişim göstergesi ve mücadelenin bir parçası olur. Ancak öteki türlü insan varlığının amacını kaybeder bence. Yapayın esasın yerini tutabileceği iddiası kapitalizmin bir dayatması. Üretim masrafını düşürmek için insan katkısını değersizleştiriyorlar. Evrenin yaşı 13.5-14 milyar. Dünya 4.5 milyar yaşında. Homo Sapiens 200 bin sene önce ortaya çıkmış. Sanayi devrimi 250 yıl içinde dünyayı krize sokmayı başardı. Bu bana çok sinir bozucu geliyor.”

“Benim için en önemli şeylerden biri akıcılık”

İsmini bir nehirden alan Fırat Yaşa, kendi çizdiği çizgi romanların okurun gözünde akıcı olmasına çok önem verdiğini söylüyor. Kendisi tek oturuşta biten kitaplardan keyif alıyor. “Kitap bölününce hikayeden kopma riskin oluyor” diye açıklıyor. O yüzden kendi kitaplarının da tek oturuşta okunabilmesini istiyormuş.

Kerem “Tepe’de benim akıştan koptuğum paneller, duraksadığım yerler olmuştu” diyor. Ben de Tepe’yi ortasında bir ayraçla birkaç hafta tozlanmaya bıraktığımı hatırlıyorum. Fakat Başka Bir Dünyada için “aktı gitti, muhteşem olmuş!” diyoruz bir ağızdan. Buna sevindiği aşikar olan Fırat Yaşa “Belki Doğan’ın etkisi olmuştur o, bilmiyorum. Editörlük yaptı çünkü. Ben ona gönderdim ara sıra, değiştirdik. Mesela sonda hikaye çok hızlı bitiyor, yavaşlaması lazım dedi. Ek bir sahne koyduk araya. Daha güzel oldu” dedi.

Kerem bu kez “Çizimlerinizde arka planlar çok detaylı ama karakterler sade. Ben bunu Fransız çizgi romancılığı tarzına ya da Disney animasyonlarına benzetiyorum” diye yorum yaparken ben “Siz o kadar detaylı çizmişsiniz ama ben o çizimlere o kadar detaylı bakmıyorum okurken. Sonra da üzülüyorum o kadar emek vardı orada diye” diyorum. Fırat Yaşa da ” Detaylı bakarsan hikaye akıp gitmeyebilir. Akıp gitsin, istersen sonradan dönüp bakabilirsin. Öyle daha güzel oluyor” diyor.

Baobab Yayınları

Baobab Yayınları’ndan çıkan üçüncü kitap hakkında konuştuğumuz üzere konu ister istemez bir yerlerde hep Baobab’a ve Doğan Şima’ya geliyor. Biz de Kerem ile Baobab standında tanışmış olduğumuzdan ve Baobab’ı hep ayrı bir yere koyup kayıran insanlar olduğumuz için hemen soruyoruz: “Orhan Umut Gökçek ile birlikte siz de çizgi romanını Karakarga’dan Baobab’a taşımış bir sanatçısınız. Bu nasıl oldu?”

“Memnun değildim Karakarga’dan. Şekip Davaz‘ı tanır mısınız? Çok saygı duyduğum ve bana çok ilham veren bir abimdir. Onun Kedo kitabını da benim Karakarga ile anlaşmam vesilesiyle yeniden bastırmıştık. Buna vesile olmak beni zamanında mutlu etmişti ama Şekip abi zaten kırgındı bu işlere, Karakarga döneminde daha da kırıldı. Bu da beni çok sinirlendirdi. Orhan da geçti öyle, Ege (Avcı) de Baobab’a geldi. Uğur Erbaş’ı da çok beğeniyorum. Harika iki kitabı var. O da umarım gelir Baobab’a.”

“Doğan Şima ile Kadıköy’deki bir sahaf festivalinde tanıştık. Ben Baobab’ın kitaplarını okuyup çok beğenmiştim. O da Tepe’yi okumuş ve beğenmişti. Sohbet ettik orada. Zaten standda tek duruyordu, Doğan neredeyse her şeyi tek başına yapıyordu. Sonra oturup kahve içtik, sohbet ettik. Tepe’yi Angouleme‘e götürmek istediğini söyledi. Ancak Karakarga’ya ayıp olur diye yapmadık. Sonra ben kitabımı Baobab’a taşıyınca festivale götürdü. Yani Tepe’nin Fransa’da yayınlanması Doğan’ın sayesinde oldu. Editörlük de yaptı. Karakarga’da bir editörlük yapılmamıştı. Kapak tasarımını en baştan yaptık, birkaç yere balon ekledik, çıkardık. Baobab’dan hakikaten çok memnunum.”

Açıkçası biz de okur olarak Baobab’dan çok memnunuz. Zira Fransa’da yayınlanmasını takip eden süreçte Tepe, Fransa’nın ünlü çizgi roman festivali Angouleme’de bir ödüle aday gösterilen ilk Türkçe çizgi roman oldu! Yani Fransız çizgi roman kültürünü Türk okurlarla buluşturan Baobab, Türk çizgi romanlarını da Fransız okurlarla buluşturarak harika bir iş çıkarıyor.

Çizgi roman camiası ve festivaller

Kadıköy Çizgi Festivali’nin ardından, Angouleme’e dair konuşunca tabii konu hemen festivaller ve çizgi roman camiasına geldi. Geçen yıl ekoloji dalında aday gösterildiği için Tepe’nin Fransızca çevirisiyle Angouleme’e katılmıştı Fırat Yaşa. “Tüm şehir çizgi roman sanatını kutluyordu adeta. Muhteşem bir ortam vardı orada.” diyor. Özellikle en iyi çizgi roman ödülünün çok çekişmeli geçtiğinden, jürideki kişilere göre neye önem verdiklerinin çok değişebileceğinden bahsediyor. “Bir yıl çok geleneksel bir şey ödül alıyor, bir yıl son derece grafik bir esere de ödül verebiliyorlar. Hiç belli olmuyor.”

Çizgi festivali’nin de bize benzer bir kutlama havası yaşattığına değiniyoruz. “Doğru” diyor Fırat Yaşa gülerek “çünkü yarışma yok. Yarışma olsa ortam tatsızlaşabilirdi, çekişmeler başlayabilirdi. Türkiye’deki çizgi roman camiası çok ayrışmış durumda. Geleneksel tarzda yapanlar var, mizahçılar var… Bunlar kendi içlerindeler genelde. Herkes kendi işine benzeyen tarzda şeyler okumak istiyor sadece.” Soruyoruz biz de: Baobab yayınları da sanki böyle bir grubu yarattı, öyle değil mi? “Evet” diye kabul ediyor Fırat Yaşa “Baobab tayfası diye bir şey oluştu hakikaten. Ege (Avcı), Oytun (Yılmaz), Orhan (Umut Gökçek) falan çok sağlam insanlar. Dayanışmayı da seven bir tayfa olduk. Doğan’a da kaptan diyorum ben. Mesela Ankara’da, Goril Çizgi Roman dükkanında orijinal sergisi yaptık. Dükkanın kaptanı da Berkay. Akşam onda kaldım. Orhan da sabah bizi kahvaltıya falan götürdü. Böyle güzel bir şey yakaladık Baobab’da.”

Kendisine Başka Bir Dünyada’yı yazarken paylaştığı “Editörün Bedeli” görselinin hikayesini soruyorum hemen. Gülüyor. “Ya onu öyle eğlenceli olsun diye yaptım. Doğan da çok beğendi” diyor. Hemen ticari zekamla atılıyorum “Ben onu satın alırdım poster olarak bassaydınız!” diyerek. Sanki geçtiğimiz iki buçuk saat kapitalizm eleştirisi üzerine yazdığı çizgi romanlardan konuşmamışız gibi yaptığım bu şuursuz talebe bir süre boş baktıktan sonra “yok” diye yanıt veriyor.

Dahası… Sanata dair her şeyden konuştuk!

Fırat Yaşa ile röportajımız hakikaten bir sohbetti. Bir Red Kit‘in evrensel ve zamansız mizahını övüyoruz, bir Asterix filminin dublajında Büyüfiks’e “Ne yapıyorsun sen yine iksir mi yapıyorsun?” diye sorduklarında “Yoo, ezogelin çorbası” diye yanıt vermesini anıp gülüyoruz, bir avant garde edebiyattan çalıp, bir Sabahattin Ali‘nin öykülerinden bahsediyoruz… Arka planda Yoğurtçu Parkı’nın olmazsa olmazı Fenerbahçe taraftarlarının gürültüsü içinde Fırat Yaşa’dan yakın portreler çizmeyi sevmediğini, aksiyon sahnesi çizmekte zorlandığını, Başka Bir Dünyadaki ölülerin mavi olmasının sebebinin çürümeden ziyade Şirinler’i andırsın niyetiyle yapıldığını, kullandığı sembollere kendince anlamlar yüklediğini, karakterlerinin şarkı söylediği sahnelerde o şarkının ritmini hakikaten sahnede hayal ettiğini öğreniyoruz.

Tepe’deki eskitme kağıt renginin Fransızca baskısında soluklaştığını, Başka Bir Dünyada’da ise eskitme rengi yerine dokulu kağıt tercih ettiklerini dinliyoruz. Fırat Yaşa mizah yapamadığından ve kısa öykü yazamadığından dem vuruyor. Sıradaki kitabın (muhtemelen) Gogol’un bir uyarlaması olacağını öğreniyoruz. Göbeklitepe’nin zeminindeki su geçirmeyen taşın neden Göbeklitepe halkı için önemli olabileceği üzerine kafa yorup fantastik edebiyatın kaçış edebiyatı diye eleştirilmesini eleştiriyoruz. Fırat Yaşa Tolkien sevmediğini söylerken Frpnet ekibi olarak bir susuyor, ancak o “Yerdeniz benim kutsal kitaplarım” dediği anda Yerdeniz överek suskunluğumuzu bozuyoruz. İngilizcenin grafik roman gibi bir terime ihtiyacı olabileceğini, fakat Türkçede çizgi roman teriminin yeterince kapsayıcı ve güzel olduğunu düşünüyoruz. Felsefe, tarih, edebiyat, sanat, ölüm, Tool grubunun üyeleri, belgeseller, primatların diğer hayvanlardan farkları, savaşın aslında üçkağıtçılıkla el ele gitmesi, sokak hayvanlarına sebepsiz yere kötü davranan insanlar, insanlarına kötü davranan hükümetler, Türkiye’de sanatın gelişimi sırasında yaşanan tarihsel anekdotlardan falan bahsederken gün akıp gidiyor.

Ve işte böylesi sohbetler ve Başka Bir Dünyada gibi kitaplar insana tüm mücadelelere rağmen yaşamanın değerli olduğunu hissettiriyor.

Başka Bir Dünya Yok, O Yüzden Buna Sahip Çık – Fırat Yaşa ile Röportaj ilk olarak FRPNET’te yayınlandı.