Belirsizlik Üzerine

Bireysel Belirsizlik

En çok çocukken düşüyor, yaralanıyor, dizlerimiz kan revan, eve, annemize koşuyoruz. O eller, bir yandan gözümüzün yaşını silerken, aynı anda nasıl tentürdiyotluyor yırtılan derimizi, bir el çabukluğu. Kabuklanıyor sonra, sert, çatlamış, buruş buruş. Vaktinden önce alırsak kabuğu, yeni bir yara gibi, tekrar acıyor. Kendi haline bırakınca, fark etmeden ya da sıcak, tatlı bir banyo sonrasında, bakıyoruz akıp gitmiş , eskisinden daha parlak ve gergin, belki hiç berelenmemiş gibi. Hep de böyle oluyor ve biz hep böyle olacak zannıyla, korkusuzca giriyoruz kapılardan, yokuşlardan koşuyor, uçurumlara tırmanıyoruz. Artık çocuk olmadığımızdan mıdır nedir, yaralarımız tam olarak kapanmıyor , üstü kabuk bağlasa altındaki sızı bir yerlerde, kabuğu düşse izi orada, hep kendini hatırlatıyor.

Bazen neyi kaybettiğini, neyi hâlâ taşıdığını, neyi bırakamadığını bile bilmiyor insan. Hiç planlamamış olaylar birden insanın hayatını yörüngesinden çıkarı veriyor. Bi hastalık, bi ayrılık, bi ölüm, bi yıkım…

Öylece durduğun bir yolda, ansızın esen bir rüzgarın savurduğu bir yaprak misali, kendimize dair bütün kesinliklerimiz dağılıyor. “ Feleğin tersine gidişinin trajedisi”diyor Kemal Sayar.

İçinden çıkamadığımız onca varoluşsal kuyu yetmezmiş gibi, bir derin, çok derin, bir kuyu daha, düşünmeden, kaldıramadan daha kafanı: Belirsizlik.

Geleceğin gerçekleşmeye hazır potansiyellerden oluştuğunu, varlığın kendinin olasılıksal bir yapıda olduğunu, bu belirsizliği Heisenberg’den beri biliyoruz da; belirsizlik gelip bir de geçmişe çörekleniyor. Bir zamanlar emin olduğumuz şeylere bile bir kuşku tohumu düşürüyor. Oldukların ve olamadıklarınla, ben kimim diye kala kalıyor insan.

“Hadiseler cereyan ettiğinde sadece benliğimizin o kısımlarını kaybetmeyiz; yol üzerinde birden durduğumuz yeri, bizde kalan parçalarımızı anlama yeteneğimizi de kaybederiz. Kendimizi hayat yolculuğunda nasıl ve nerede konumlandıracağız şimdi? Dünkü benliğimizin hayalleri nereye uçup gitti?”* Kemal Sayar.

Belirsizlik nedir bilmek ayrı, onu kabullenmek ayrı. Zor. İnsan bir tutamak arıyor; bir söz, bir yüz, bir ev. İçimizdeki o çocuk, ağlayarak dönüp gelebileceği, sarıp sarmalanacağı o yere gerisin geri koşmak istiyor. Ama hayat bazen tutamakları da alıyor elden. O zaman, bir boşlukta, savrulmadan durmayı öğrenmeye geliyor sıra.

Her şeyin yerli yerinde kaldığı bir dünya yok. Böyle gelmiş böyle gider diyebileceğimiz bir dünya var. Depremler, hastalıklar, kırılmalar, kayıplar, hazırlıksız yakalanışlarımız…Şeylerin böyle, ansızın yıkılabilirliği ve yıkılması ve yıkılmış olması hatta; dayanmayı, yeniden kurmayı, yeniden başlamayı bir yürek meselesi haline getiriyor.

Nihayetinde, bu belirsizlikle malûl evrende insan kendi yolunu yaratma sorumluluğuna sahip. Bu sahiplik taşıması ağır bir imkan. Ama hakiki olan da, hakikat de bu yoldan geçiyor.

Toplumsal Belirsizlik

Belirsizlik bazen hayatın akışından gelir; ama bazen de, bizimki gibi ülkelerde bilerek, isteyerek yaratılır. İnsanların birbirine güvenmesini engelleyen, toplumun omurgasını gevşeten türden bir belirsizlik… Yarın ne olacağını bilmememiz için sanki özel bir çaba vardır. Bu çabanın içinde büyürüm, büyürüz sanarız; tek büyüyen kuşkularımız, tedirgin, hep bir tetikte hallerimizdir.

Bir başka ülkenin sokaklarında yürürken, hayattan gelecek belirsizliklere bizim kadar açık bu insanların, telaşsızlığı, sakinliği, o içinde yaşadığı topluluğa dair herşeyin bilebilirliğine olan, yüzlerinden okunan güven beni çok etkilemişti. Yarınlarımızın karanlığının dahi, neden bugünkü yüzlerimize çökmüş olduğunu , anlamak zor olmamıştı.

Şahsi belirsizliklerimiz, yaşadığımız topraklarınkine mühürlü. Ülkelerin belirsizlikleri ise çoğu zaman üretilir, beslenir, korunur. Çünkü neyin ne zaman değişeceğini bilmeyen bir toplum, hesap soramaz. Geleceğe güven duyamayan halk, kendi kaderini ellerine almaya cesaret edemez. Yarınından emin olamayan bir yurttaş, haklarının peşine düşmek yerine sessizleşir. Bu yüzden, mevzu ülkeler olunca, belirsizlik bir yönetim biçiminin adı oluyor. Herşey öyle birden bire oluyor ki, hiç bir şeyin sırası şimdi gelemiyor, neden böyle diye sormaya fırsat bir türlü bulunamıyor.

Bu ülkede belirsizlik, sadece bir yaşamak şeklidir, deyip kabulleniyorsun, bakıyorsun aynı zamanda bir ölmek şekli, bir açlık şekli, bir delirmek şekli. Depremde çöken binalar ihmallerden; yoksulluk yanlış kararlardan; kaybolan gelecekler hesap verilmemesinden ortaya çıkıyor.

Toplumsal belirsizlik, devletlerin halkları kontrol altında tutmak için en sık başvurduğu yöntem. Ülkemizde de bir baskı aracı olarak kullanılıyor. Kimin ne zaman gözaltına alınacağını, hangi sözün suç sayılacağının, hangi düşüncenin tehlikeli ilan edileceğinin, paranın yarın sabah ne kadar değer kaybetmiş olacağını, yaşandığın binanın depreme dayanıklı olup olmadığını bilmediğin bir düzende, belirsizlik bir karabasan değil de ne?

Belirsizliği kırmanın yolu: Konuşmak, dayanışmak, unutturmamak, hesap sormak. Hakikatin üzeri örtülmesin diye, her gün yeniden kimin sorumlu olduğunu, bu enkazı kimin yarattığını ve nasıl düzeleceğini sormakla mümkün.

Toplumsal belirsizlik, bir kader meselesi değil, olsa olsa bir mücadele. Birbirimizi daha çok duymak, duyabilmek temennisiyle.

Belirsizlik Üzerine was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.