Bir Neslin Terk Ettiği Masalar

Biz bir dönemin çocuklarıyız — Y kuşağı.
Masalarda büyüdük — misafir sofralarında susarak, okul sıralarında “uslu” durarak, şimdi de iş yerlerinde “çalışkan” görünerek…
Bize önce nasıl oturulacağını, sonra nasıl susulacağını öğrettiler.
Ama kimse kalkmanın da bir seçenek olduğunu söylemedi.

Yıllarca ait olmaya çalıştığımız o masalar, aslında bizi hep biraz eksiltti.
Ve şimdi bir nesil, yer yer hala susuyor ve yer yer de sessizce o masalardan kalkıyor.
Kırmadan, kırılmadan ama artık kendini kaybetmeden.

Photo by Giuseppe Argenziano on Unsplash

Uysal Olmanın Kutsandığı Kültür

Toplum, uzun yıllardır uyum göstermeyi erdem sandı. Sanmaya da devam ediyor.
“İdare et”, “büyüklük sende kalsın”, “kalp kırma” gibi öğütlerle büyüdük hepimiz.
Kendini savunmak hep çok ayıp, ses çıkarmak saygısızlık, “ben” demek bencillik sayıldı.

Böylece uysallığın içinde kendiliğimizi kaybettik.
Psikologlar buna koşullu kabul der: ancak başkalarının beklentilerine uyduğunda değer görebilmek.
Zamanla bu, bir kuşağın ruhuna kazındı işte böyle.

Nezaket, içten gelen bir hal olmaktan çıktı; var olmanın tek meşru biçimine dönüştü.
Ve biz, sınır koyamamanın yorgunluğunu şimdi taşıyoruz.
Bu yorgunluk bireysel değil — kuşaksal bir miras.

Fedakarlığın Aşırı Dozundan Çekilen Nesil

Her şeyin fazlası zarardır derler, ama fedakârlığın fazlası hiç anlatılmadı bize. Bizi tüketeceğini söylemediler hiç.
Birini anlamaya çalışırken, çoğu zaman kendimizi yok ettik.
“Önce onlar” diye diye, bir gün fark ettik ki “biz” diye bir şey kalmamış.

Sosyologlar bu duruma duygusal emek sömürüsü diyor — 
bir insanın kendi duygusal alanını, başkalarının ihtiyaçlarını taşımak için kullanması hali.

Biz o nesiliz maalesef. Empatinin yorgun düşürdüğü, sessizce tükenen, içten içe hep borçlu hisseden nesil.
Şimdi içimizde şu cümle yankılanıyor:
“Kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilim.”

Bu, bir isyan değil.
Bu, geç kalmış bir kendine dönüş.

Güçlü Görünme Takıntısı: Modern Zırh

Bir zamanlar fedakârlık kutsanıyordu, şimdi “güçlü olmak” aynı rolü devraldı.
Ama güç, içi boşaltılmış bir kelimeye dönüştü.
Duygularını bastırmak “güç”, ağlamamak “direnç”, yalnız baş etmek “başarı” sayıldı.

Oysa kırılmayan hiçbir şey esnek değildir. Neden böyleyiz biz?
Gerçek güç, duygularını bastırmakta değil; onlara dayanabilmektedir. Gösterip göstermemek ile alakası yok!

Modern kültür, bizi duygusal bir maskeye mahkum etti.
Her şey “iyi”, her şey “hallederiz” görünümünde.
Sosyal medya da bunun sahnesi: herkes çok güçlü, süper üretken, hep bi iddialı.
Ama o perdenin arkasında kolektif bir tükenmişlik var. Görebilene.

Kendini tüketmeden güçlü kalabilmek, bu çağın en nadir becerisi artık.

Yetişme Zorunluluğu ve Bitmeyen Yarış

Biz hep bir şeylere “vaktinde” yetişmek zorundaydık.
Okul, iş, evlilik, statü… Her yaşın bir görevi, her dönemin bir hedefi var.
Ama kimse “geç kalmanın” bazen kendini bulmak anlamına geldiğini söylemedi.

Kendini hep kıyasla ölçen bir kuşak olduk.

Buna sosyal hız sendromu deniyor — toplumsal beklentilere yetişememe hissinin yarattığı kronik kaygı.

Bugün otuzuna gelen herkes aynı soruyu soruyor:
“Ben geç mi kaldım?”
Ama sorun geç kalmak değil;
başkalarının saatine göre yaşamak.

Ve biz artık o takvimi yırtıyoruz. Kalkın!

Photo by gaspar zaldo on Unsplash

Yeni Masalar Kurmayı Öğreniyoruz

Terk ettiğimiz masalar yalnızca ilişkiler değil; kimlikler, kalıplar, yüklerdi.
“Anlayışlı ol”, “herkesi idare et”, “her şeyi bil.”
Bunların hepsi, var olmanın görünmez kurallarıydı.

Şimdi yeni bir kuşak, bu kuralları sessizce bozuyor.
Artık sınır koymak kabalık değil.
Artık yardım istemek zayıflık değil.
Artık sessiz kalmak, susmak değil; seçmek.

Bu bir isyan değil, bir farkındalık devrimi.
Bir nesil, nihayet kendine sandalye çekiyor.
Yemek bitmiş, ama sohbet yeni başlıyor.

Bir Neslin Terk Ettiği Masalar was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.