Credit: Pinterest
Buber Felsefesi, Psikanalitik Karşılığı ve Terapötik İlişkideki Yeri
Martin Buber (1923), insan varoluşunu ilişki üzerinden tanımlar. Ona göre insan, kendini yalnızca bir ilişki içinde deneyimleyebilir. “Ben”, ancak bir “Sen” ile karşılaştığında ortaya çıkar. Bu nedenle varoluş, bilinçli bir durum değil; bir karşılaşma hâlidir.
Buber, yaşamda iki temel ilişki biçimi tanımlar: Ben — O (Ich — Es) ve Ben — Sen (Ich — Du). Bu iki ilişki biçimi yalnızca dilsel bir ayrım değildir; insanın dünyayı, kendini ve Tanrı’yı algılayışının iki farklı yolunu ifade eder.
Ben — O ilişkisinde insan, ötekini bir nesne olarak kavrar, sınıflandırır, ölçer ve kontrol eder. Ötekine bilgi aracılığıyla, yani bilinçli bir mesafeden yaklaşır. Bu ilişki biçimi modern bilimin, teknolojinin ve toplumsal düzenin temelidir; ancak ötekiyle sahici bir bağ kurmayı engeller.
Ben — Sen ilişkisinde ise öteki bir araç değil, kendi varlığıyla karşıma çıkan bir öznedir. Bu ilişki doğrudandır, aracısızdır ve bütünüyle şimdi ve burada yaşanır. İnsan, “Sen” ile karşılaştığında artık yalnızca dünyayı tanıyan biri değil, varoluşu paylaşan bir özne hâline gelir.
Buber, bu ilişki biçimini insan — Tanrı ilişkisine kadar genişletir. Her gerçek “Sen” ilişkisinin ardında Ebedî Sen — yani aşkın varlık, Tanrı — bulunur. Tanrı bilgiyle değil, ilişkiyle bilinir; çünkü Tanrı bir nesne değil, bir karşılaşma biçimidir (Buber, 1923).
Bu yaklaşımı bir eğitim ortamına uyarladığımızda fark daha da görünür hâle gelir: Bir öğretmen, öğrencilerine yalnızca öğretme, ölçme ve değerlendirme işleviyle yaklaştığında, aralarındaki ilişki Ben — O düzleminde, yani nesne merkezli bir ilişki olur. Ancak öğretmen, öğrencilerinin merakını, zorlanmalarını ve potansiyellerini görüp onlarla bağ kurabildiğinde, artık Ben — Sen düzleminde, özne — özne bir ilişki başlamış olur. Bu durumda öğretmen, öğrenciler için bir “SEN”, yani canlı ve ilişki kurabilen bir özne konumuna geçer.
Buber Felsefesinin Psikanalitik Düzlemdeki Karşılığı
Buber’in Ben–Sen alanı, psikanalitik kuramda Winnicott’un “geçiş alanı” (transitional space) ile derin bir benzerlik taşır. Winnicott’a göre, çocuk dış dünya ile iç dünya arasında bir “oyun alanı” kurduğunda, gerçek ile fantezi arasında bir üçüncü alan doğar. Bu alan, çocuğun öznelliğinin geliştiği, var olmanın deneyimlendiği yerdir. Buber’in “das Zwischenmenschliche” (insanlararası alan) dediği şey de tam olarak budur: ne sadece “ben”e, ne de sadece “sen”e ait olmayan, ilişkinin kendisine ait bir alan.
Aynı şekilde, Bion’un “containment (tutma)” kavramı da Buber’in “tutma” ve “tanıklık” temalarıyla örtüşür. Bion’a göre terapist, danışanın ham duygusal deneyimlerini “tutar”, onları erken dönemde annenin yaptığı gibi dönüştürülmüş, taşınabilir hâle getirir. Bu süreç, danışanın kendi içsel anlamını yeniden kurmasına imkân tanır. Buber’in “Ben–Sen” karşılaşmasında da benzer bir şey olur: Terapist, danışanın duygusal gerçekliğini çözümlemez, onu varoluşsal olarak taşır.
Bu ilişki çizgisi, Harry Stack Sullivan ve sonrasında ilişkisel psikanalistler (özellikle Stephen Mitchell) tarafından geliştirilen “significant other” kavramına kadar uzanır. Sullivan’a göre insanın benliği, her zaman “önemli öteki”yle kurduğu ilişkide şekillenir. Benlik, izolasyon içinde değil, karşılıklılık alanında oluşur. Mitchell bu düşünceyi daha da ileri taşır:kendilik, sürekli olarak ötekiyle kurulan ilişkiler ağında yeniden biçimlenir. Bu bakış, Buber’in “Ben ancak Sen’le olurum” cümlesinin psikanalitik yankısıdır.
Dolayısıyla Winnicott’un “gecis alanı”, Bion’un “tutma” kapasitesi ve Sullivan–Mitchell’in “önemli öteki” kavramı, Buber’in “Ben–Sen” ilişkisinde tanımladığı varoluşsal karşılaşma alanını farklı biçimlerde doğrular. Her biri, insanın özne olarak ancak bir ötekiyle ilişkide, bir tanıklık alanında var olabileceğini gösterir.
Buber’in Felsefesinin Terapötik Bağlamı
Buber’in felsefesi terapötik ilişkide de güçlü bir yansıma bulur. Terapist ile danışan arasındaki ilişki, yalnızca bilgi aktarımı ya da analiz süreci değildir; ilişkinin niteliği, terapinin dönüştürücü gücünü belirler.
Terapist, danışanı “anlaması” gereken bir nesne olarak gördüğünde,
ilişki Ben–O düzleminde kalır. Bu durumda terapist bilen, danışan ise açıklanan kişidir; ilişki bilgi üretir ama temas yaratmaz.
Oysa Buber’in felsefesi, terapiste şunu hatırlatır: İyileşme, anlamaktan değil, karşılaşmaktan doğar.
Ben–Sen terapötik ilişkisi, danışanın varlığını olduğu gibi duyabilen,
onunla “şimdi ve burada” kalabilen bir terapistin varlığıyla kurulur.
Bu durumda terapist, danışanı çözümlemez; onunla aynı anda orada olur — tanık, eşlik eden, birlikte var olan. Danışan için bu ilişki, yalnızca bir anlayış değil, ilk kez bir “duyulma” deneyimidir.
Bu karşılaşmada terapist, Winnicott’un “yeterince iyi anne”sine benzer bir işlev üstlenir: Danışanı anlamlandırmaya değil, tutmaya yönelir. Bu “tutma” hâli, Buber’in Ebedî Sen anlayışına benzer bir etik alan yaratır;
ilişki artık terapist ile danışan arasında değil, varoluşun kendisiyle kurulur.
Buber’in sözleriyle:
“İnsan, ancak bir ‘Sen’ tarafından duyulduğunda, gerçekten ‘Ben’ olur.”
Terapide bu, danışanın kendi iç dünyasında bastırılmış, duyulmamış parçalarının nihayet bir başkası tarafından görülmesi anlamına gelir.
O anda danışan artık analiz edilen değil, ilişki içinde yeniden özneleşen kişidir. İyileşme, yorumun değil, ilişkinin kendisinin ürünüdür.
Dolayısıyla Buber’in diyalog felsefesi, terapötik ilişkiyi yalnızca teknik bir süreç değil, etik ve varoluşsal bir karşılaşma alanı olarak konumlandırır.
Terapist ile danışan arasında kurulan bu diyalog, insanın en temel ihtiyacını, “görülme ve duyulma” arzusunu karşılar. Ve o anda terapi, bilgi aktarımını aşar — bir varoluş sahnesine dönüşür.
Yani Buber’in Ben–Sen felsefesi, psikanalitik düşünceyle birleştiğinde terapiyi yalnızca bir teknik süreç değil, bir etik karşılaşma olarak tanımlar. Winnicott’un “gecis alanı”, Bion’un “tutma” işlevi ve Sullivan’ın “önemli öteki” kavrayışı, Buber’in “şimdi ve burada” ilişki anlayışında yaşam bulur.
Terapötik iyileşme, bilgi aktarımından çok, duyulma, tutulma ve tanınma anlarında gerçekleşir. Ve o an, hem Buber’in hem psikanalizin dilinde aynı şeyi söyler:
“İlişki, varoluşun doğum yeridir.”
• Buber, M. – Ich und Du [Ben ve Sen].
• Winnicott, D. W. – Oyun ve Gerceklik
• Sullivan, H. S. – The Interpersonal Theory of Psychiatry
• Bion, W. R. – Yasayarak Ögrenmek
Buber Felsefesi, Psikanalitik Karşılığı ve Terapötik İlişkideki yeri was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.