Utanma, görgü ve “uygarlık” sandığımızdan çok daha yeni kavramlar olabilir.
Toplum içinde sümkürmekten utanırız.
Yemeğimizi çatalla yer, başkalarıyla aynı kaptan yemek yeme fikrinden rahatsız oluruz.
Bedensel ihtiyaçlarımızdan söz etmekten kaçınır, bu alanları “özel” olarak tanımlarız.
Bu davranışların tamamı bize son derece doğal, doğru ve hatta insani görünür.
Öyle ki, tersini düşünmek neredeyse imkânsızdır.
Ama ya bu “doğallık”, yüzlerce yıl süren sancılı bir toplumsal terbiyenin ürünü ise?
Gündelik hayatımızın en sıradan alışkanlıklarının ardındaki bu uzun ve şaşırtıcı dönüşümü anlamamızı sağlayan en önemli düşünürlerden biri, sosyolog Norbert Elias’tır.
Elias, başyapıtı Uygarlık Süreci adlı eserinde, bugün “ayıp”, “kaba” veya “doğru” diye kodladığımız davranışların aslında ne kadar yeni, tarihsel ve inşa edilmiş olduğunu gösterir.
Bu yazıda, Elias’ın analizlerinden süzülen ve modern insanın kendine dair en temel varsayımlarını sarsan dört kritik gerçeği ele alıyoruz.
1. Kültür ve Uygarlık: Masum Kavramlar Değil, Tarihsel Silahlar
Bugün neredeyse eşanlamlı kullandığımız “kültür” ve “uygarlık” kavramları, Elias’a göre masum değildir.
Aksine, bu kelimeler tarihsel olarak sınıfsal ve ulusal bir mücadelenin ürünüdür.
Uygarlık (Civilisation) kavramı, özellikle Fransa’daki saray aristokrasisinin dünyasını temsil eder.
Bu anlayışta uygarlık, insanın nasıl göründüğüyle ilgilidir:
- Görgü kuralları
- İncelmiş beden hareketleri
- Nezaket
- Duyguların bastırılması
Uygar insan, kendini kontrol eden ve başkalarıyla temasında ölçülü davranan insandır.
Bu, açıkça bir üst sınıf kimliğidir.
Buna karşılık kültür (Kultur) kavramı, Almanya’daki orta sınıf aydınların geliştirdiği bir karşı duruştur.
Siyasi gücü olmayan, saray çevrelerinden dışlanan Alman entelijansiyası, erişemedikleri bu “uygarlık” idealine karşı içsel değerleri yüceltmiştir:
- Sanat
- Bilim
- Felsefe
- Din
Onlara göre Fransız uygarlığı yüzeyseldi; gerçek değerler ise ruhun derinliğinde ve entelektüel üretimde yatıyordu.
Bu ayrım neden sarsıcıdır?
Çünkü en evrensel sandığımız kavramların bile, belirli tarihsel koşulların ve meşrulaştırma mücadelelerinin ürünü olduğunu gösterir.
Kant’ın felsefesi bile, bu tarihsel karşıtlığın kavramsal bir devamı olarak okunabilir.
2. Utanç Doğuştan Gelmez: Ayıp Dediğimiz Şeylerin Tarihi
Bugün ayıp sayılan birçok davranış, bir zamanlar gündelik hayatın parçasıydı.
Norbert Elias’ın en çarpıcı iddialarından biri şudur:
Utanma ve sıkılma eşiği tarih boyunca sabit değildir.
Bugün bize mide bulandırıcı gelen birçok davranış, Ortaçağ ve Rönesans’ta tamamen normaldi.
Örneğin sofralar…
Üst tabaka sofralarında bile:
- Yemekler ortak kaptan yenir
- Eller veya bıçak kullanılır
- Ayrı tabak lüks sayılırdı
Çatal kullanımı ise kibarlık değil, tuhaflık olarak görülürdü.11. yüzyılda Venedik’e çatal getiren Bizanslı bir prensesin, bu “doğal olmayan” davranışı yüzünden lanetlenmesi boşuna değildir.
Hastalığı bile Tanrı’nın cezası olarak yorumlanmıştır.
Benzer şekilde sümkürmek, tükürmek, burun temizlemek toplum içinde yapılabilirdi.
Erasmus’un önerisi bile yasaktan değil, usulden bahseder.
Değişim nasıl oldu?
Elias’a göre bu davranışlar zamanla toplumun “sahne arkasına” itildi.
Önce başkalarının ayıplaması vardı.
Sonra bu ayıplama içselleşti.
Artık kimse görmese bile, o davranışı yapmaktan utanırız.
Toplumsal baskı, kişiliğimizin parçası hâline gelir.
3. Şiddet Bir Sapma Değildi, Bir Zevkti
Bugün psikopatça saydığımız birçok duygu, Ortaçağ savaşçıları için meşru haz kaynaklarıydı.
Savaş:
- Sadece bir zorunluluk değil
- Aynı zamanda bir keyifti
- Düşmanı öldürmek, acı çektirmek, yok etmek; savaşçı kimliğin merkezindeydi.
Ozan Bertran de Born’un dizeleri bu zihniyeti çıplaklığıyla gösterir.
Bu satırlar modern okur için dehşet vericidir, ama o dönemde övülen duygulardır.
Elias’a göre bu durum, devletlerin şiddet tekelini merkezileştirmesiyle değişti.
Şiddet ortadan kalkmadı; ehlileştirildi.
Spor, rekabet, oyun gibi kontrollü ve kurallı alanlara yönlendirildi.
4. “Birey” Bir Yanılsamadır: Homo Clausus Mitinin Çöküşü
Modern insan kendini, toplumdan bağımsız bir varlık olarak hayal eder.
Elias bu imgeye homo clausus der: kapalı insan.
Oysa bu, tehlikeli bir yanılsamadır.
Elias’a göre birey ve toplum ayrı varlıklar değildir.
İnsanlar, karşılıklı bağımlılık ağları içinde var olur.
Bunu anlatmak için dans metaforunu kullanır:
Tek bir dansçı anlamsızdır.
Ama birden fazla dansçı bir araya geldiğinde, bireylerin ötesinde bir figürasyon ortaya çıkar.
Dans ne bireylerin toplamıdır, ne de onlardan bağımsızdır.
Toplum da böyledir.
Sonuç: Geleceğin Barbarları Biz Miyiz?
Belki de barbarlık, sandığımızdan daha göreceli bir kavramdır.
Norbert Elias’ın analizleri rahatsız edicidir.
Çünkü bize şunu söyler:
- Utanç duygularımız tarihsel
- Şiddetle ilişkimiz dönüştürülmüş
- “Birey” dediğimiz şey büyük ölçüde bir kurgu
- “Doğal” sandığımız hiçbir şey doğal değildir.
Bizler, uzun bir uygarlık sürecinin hem taşıyıcıları hem de devam ettiricileriyiz.
Ve kaçınılmaz soru şudur:
Bugün bize son derece doğal gelen hangi davranışlarımız,
gelecek kuşaklara barbarca görünecek?
Davranışlarımızın Gizli Tarihi: Norbert Elias’a Göre Utanç, Şiddet ve “Birey” Yanılgısı was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.