Gitmeyen İnsanlar: Neden Bırakmakta Bu Kadar Zorlanıyoruz?

Bazı insanlar vardır, hayatından çıktıkları hâlde aklından çıkmaz. Görüşmezsin, konuşmazsın, hatta belki artık numarasını bile silmişsindir ama yine de bir yerde karşına çıkar. Bazen bir şarkıda, bazen bir mekânda, bazen de bir kokuda. Gitmişlerdir ama duygusal eşyalarını sende bırakmışlardır. Ve sen, farkında olmadan o hatıraların bekçisine dönüşürsün.

Aslında bu durum sadece eski sevgililer ile sınırlı değil. Bazen bir dost, bir iş arkadaşı, hatta bir aile üyesi bile bu “gitmeyen insan” haline gelebiliyor. Bir dönem hayatının merkezindedir, sonra yavaşça arka planda kalır. Ama bir türlü tamamen silinmez. Çünkü insan sadece insanlara değil, onlarla yaşadığı duygulara da bağlanır.

Psikolojide buna “duygusal kalıntı” deniyor. Beyin, güçlü duygusal bağlar kurduğu kişileri unutmakta zorlanıyor. Çünkü o kişi, beynin ödül sisteminde hâlâ bir yer kaplıyor. Birini bırakmak, sadece ondan değil; o kişiyle yaşadığın hislerden, hatırladığın hâllerinden, o dönemdeki kendinden de vazgeçmek anlamına geliyor.

Bırakmak, Eski Hâlimizle Vedalaşmak

Belki o kişiyle yan yanayken kendini daha iyi hissediyordun. Daha neşeliydin, daha güçlüydün, daha “sen”din. O yüzden gitmesine izin veremiyorsun. Çünkü onu bıraktığında, sanki o versiyonunu da kaybedeceksin gibi hissediyorsun. Oysa bazen bırakmamız gereken kişi değil, artık bize ait olmayan hâlimizdir.

Bırakmak bu yüzden zor. Çünkü çoğu zaman “bitirmek” sandığımız şey aslında kimliğimizin bir parçasını bırakmak oluyor.

Bitmiş Ama Ölmemiş İlişkiler

Bir arkadaşlıkta, bir ilişkide ya da bir aile bağında bile durum aynı. Bir dönem o bağ bizi büyütüyor, sonra tersi olmaya başlıyor. Ama alışkanlık devreye giriyor. “O benim yıllardır arkadaşım” diyorsun, “ne olursa olsun o da benim kardeşim” diyorsun. Fakat o ilişki seni artık beslemiyorsa, orada kalmak sessiz bir tükenmeye dönüşüyor.

Arkadaşlıklar en çok bu yüzden bitmiyor aslında. İnsan bazen artık aynı şeyleri paylaşmadığını fark etse de, “ayıp olur”, “yazık olur” gibi duygularla ilişkileri sürüklüyor. Konuşmalar kısalıyor, kahkahalar azalıyor, ama “geçmişte çok şey paylaştık” bahanesiyle o bağ hâlâ tutuluyor. Oysa bazı ilişkiler ölmez ama bitmiştir. Biz sadece biteni kabullenemiyoruz. Bu yüzden de “yeni” için yer açamıyoruz.

Ailede Suçlulukla Karışık Bağlılık

Ailede ise durum biraz daha karmaşık. Kan bağı, duygusal bağı zorunlu kılıyor. Fakat bazı ilişkilerde, sevgi yerini suçlulukla karışık bir bağlılığa bırakıyor. “Sonuçta o benim annem.”, “O da benim kardeşim.” gibi cümleler, içsel huzursuzluğu bastırmak için söyleniyor. Ama sağlıklı bir mesafe koymak da bazen sevgidir. Çünkü insan, ne kadar bağ kurarsa kursun, eğer kendi huzurunu kaybediyorsa o bağ artık fayda değil, yük olur.

Tamamlanmamış Hikâyelerin Etkisi

Bazen de geçmişte tamamlanmamış hikâyeler yüzünden bırakamıyoruz. Bir şey eksik kalmıştır; söylenmemiş bir söz, kapanmamış bir tartışma, cevapsız bir “neden”. Zihin bu açık dosyaları kapatamadığında sürekli aynı yere dönüyor. Psikolojide buna Zeigarnik etkisi deniyor — yani yarım kalan işler, bitmişlerden daha fazla yer kaplar. Birini unutamamanın bir nedeni de budur. Çünkü hikâyenin sonunu yazamadık. Ama bazen o sonu yazmak karşımızdakinden değil, bizden gelir. “Bitti.” demeyi içimizde öğrenmemiz gerekir.

İşin ilginci, insan beyni birini kaybettiğinde, tıpkı bağımlılık yoksunluğu gibi tepki verir. Dopamin düşer, huzursuzluk artar, “özlemek” dediğimiz şey bir çeşit duygusal yoksunluk sendromuna dönüşür. O yüzden bazen bir mesaj gelmediğinde bile fiziksel bir boşluk hissederiz. Bırakmak, kimyasal bir mücadeledir.

Photo by Deborah L Carlson on Unsplash

Bırakmak Değil, Büyümek

Belki de mesele tamamen bırakmak değil, büyümektir.
Bazı insanlar seni geçmişte tutar. Bazıları, artık olmadığın bir versiyonuna bağlanır. Onları hayatından çıkardığında, sadece birini değil, o eski hâlini de arkada bırakmış olursun. Bu kolay değildir ama olgunlaşmanın sessiz bir göstergesidir. Çünkü büyüdükçe fark edersin ki bazı insanlar, seni tamamlamak için değil, seni değiştirmek için hayatına girmiştir. Gelirler ve giderler.

Birini bırakmak, “artık seni sevmiyorum” demek değildir.
Bazen sadece “artık seni taşıyamıyorum” demektir.
Bu farkı anlayabilmek bile, duygusal zekânın bir tür dönüm noktasıdır.

Belki de bu yüzden her vedadan sonra biraz daha güçleniyoruz. Her defasında biraz daha sadeleşiyoruz. Hayatımızdaki kalabalıklar azalıyor ama kalanlar daha anlamlı oluyor. Çünkü bazen asıl huzur, kimleri tuttuğunda değil, kimleri bırakabildiğinde gizli.

Kapıyı Kapatmak da Bir Sevgidir

Gitmeyen insanlar var elbette. Hep olacak. Ama belki de onlar gitmiyor değil, biz izin vermiyoruz.
Kapıyı açık bırakıyoruz. “Belki bir gün…” ihtimaliyle, içeriye hava sızdırıyoruz. Ama bazen kapılar kapandığında, içeriye huzur dolar ve artık üşümezsin.

Ve ben artık şunu biliyorum:

Bırakmak, kaybetmek değildir. Bazen sadece sessizce kendine yer açmaktır.

Gitmeyen İnsanlar: Neden Bırakmakta Bu Kadar Zorlanıyoruz? was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.