Credit: Pinterest
Hayatta Kalmak mı, İnsan Kalmak mı?
Martin Buber’e Göre İlişkinin İki Yüzü
Martin Buber’in “Ben–Sen” felsefesi, insanın kendini yalnızca ötekiyle ilişki içinde var edebileceğini söyler. (Felsefenin genel anlatısı için tıklayınız.) Ona göre “Ben”, ancak bir “Sen” karşısında ortaya çıkar; yani insanın varoluşu soyut bir bilinç hâli değil, somut bir karşılaşmadır. Yani “Ben–Sen” ilişkisi, iki insanın birbirini araçsallaştırmadan, bir amaç ya da yarar gözetmeden, sadece varlıklarıyla duyduğu bir ilişki biçimidir. Ancak bu düşünce, insan yaşamına uygulanabilir mi? Modern yaşamın hızına ve işlevselliğine rağmen bu tür bir karşılaşma, hâlâ mümkün olabilir mi? Yoksa “Ben–Sen” yalnızca ulaşılmaz bir ideali mi temsil eder?
Günlük yaşamda “Ben–Sen” ilişkisine yaklaşabildiğimiz anlar vardır. Örneğin, bir anne çocuğuna yalnızca bakım veren bir figür olarak değil, onun duygusuna temas edebilen bir varlık olarak yaklaştığında, aralarındaki ilişki işlevsel olmaktan çıkar ve derinleşir. Bu durumda anne çocuğunu “yemek yedirdim, uyuttum” gibi görevlerle değil, onun içsel dünyasını hissederek duyar; çocuk artık bir görev değil, bir “Sen” olur ve varlik kazanmaya baslar. Benzer biçimde, iki dost arasındaki samimi bir sohbette, kelimelerin azaldığı ama bakışların anlam taşıdığı o sessiz anlar da “Ben–Sen” karşılaşmasının gündelik hayattaki yankısıdır. Bu anlarda ne çıkar ne amaç ne kimlik kalır; varlıklarıyla birbirini duyabilen yalnızca iki özne vardır.
Bununla birlikte, “Ben–Sen” ilişkisi her durumda sürdürülebilir değildir. İnsan yaşamı aynı zamanda Ben–O ilişkilerine, yani nesneyle kurulan ilişkilere de ihtiyaç duyar. Bir doktor hastasına yalnızca duygusal olarak yaklaşsaydı, tanı koyamaz; bir mühendis sadece varoluşu hissederek köprü inşa edemezdi. Dolayısıyla insanın dünyayla etkileşimi, çoğu zaman Ben–Odüzleminde gerçekleşmek zorundadır. Bunun dışında, modern toplumun ritmi de bizi bu ilişki biçimine iter. Sosyal medya, iş yaşamı ya da eğitim sistemi, bireyleri ölçülebilir performanslar ve tanımlı roller üzerinden birbirine bağlar. Bu alanlarda ilişkiler canlılıktan çok işlevsellik taşır; öteki, bir “Sen” olmaktan çıkar, bir “araç” hâline gelir. Ancak bu durum, yaşamın sürdürülebilmesi için zorunlu bir iliskilenme seklidir.
Bu nedenle Buber’in “Ben–Sen” felsefesi, günlük yaşamda sürekli yaşanabilecek bir ilişki biçimi değil; insanın özünü hatırlatan bir denge noktası olarak anlaşılmalıdır. Hayat, üretmek, anlamak, inşa etmek için Ben–O ilişkisine ihtiyaç duyar; ancak anlam kazanabilmesi için zaman zaman Ben–Sen karşılaşmalarına da muhtaçtır. Ben–O olmadan düzen kuramayız; Ben–Sen olmadan ise o düzenin içinde ruhumuzu kaybederiz. “Ben–Sen” anları, kısa sürse de insanın kendini ve ötekini gerçekten hissedebildiği, varlığın canlılığını hatırladığı anlardır.
Ve belki de Buber’in felsefesi bize şunu hatırlatır:
İnsanın görevi, bütün ilişkilerini “Ben–Sen”e dönüştürmek değildir;
aksine, hangi ilişkilerde “Ben–Sen” olarak var olabileceğini, hangi ilişkilerde “Ben–O” kalması gerektiğini fark edebilmektir.
Çünkü her ilişki aynı derinliği taşımaz; bazen hayatta kalmak için işlevsel ilişkiler gerekir,
bazen de insan kalabilmek için sahici karşılaşmalara yer açmak.
Olgunluk, bu iki ilişki biçimi arasında bilinçli bir denge kurabilmektir:
Ve belki de hayatimkizdaki dengeyi bozan Hayatı sürdürmek için Ben–Sen’yu, kendimizi bulmak için Ben–O iliskilenme sekillerini seçmektir.
Hayatta Kalmak mı, İnsan Kalmak mı? Martin Buber’e Göre İlişkinin İki Yüzü was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.