Lâmı Cimi Yok

“-Hayvanları sevdiğini bilmiyordum…— Konuşmayan her şeyi severim…” 🎬 Sleepers ‘1996

Photo by King Chess Sets on Unsplash

Bir zamanlar kitap okuyan insanlar, sayfa kenarlarına notlar düşerdi. Osmanlı Türkçesi yazıp okuyanlar, “sual” yerine son harfi lâm (ل), “cevap” yerine ise ilk harfi cîm (ج) işareti koyarlardı… Eğer bir metinde bu iki harf yoksa, demek ki itiraz da yok, açıklama da yoktu: Her şey açık, her şey tamamdı, itiraza mahal yoktu.

Zamanla bu zarif alışkanlık dilimize bir deyim olarak geçti: “Lamı cimi yok.” Yani “bahane yok, tartışma yok, sual yok.” Bugün bir konuyu kesinleştirirken, bir kararı tartışmasız kılarken hâlâ bu cümleyi kullananlarımız çoktur, değil mi? Oysa tam da burada çelişkili gibi duran bir hal var; bir zamanlar düşünmeyi kolaylaştıran, harika bir not alma alışkanlığının sembolü olan o iki harf, artık düşünmeyi bloke eden bir deyimin içine hapsolmuş durumda. Çünkü bugün cümle yalnızca bir deyim değil; düşüncenin önüne çekilmiş bir bariyer gibidir.

“Lamı cimi yok” dediğinizde aslında şunu söylüyorsunuz: “Bu konuda artık konuşulmaz, soru yasaktır.” Tam da bu yüzden deyim, eleştirel/kritik düşüncenin karşıtıdır. Çünkü sorgulamanın bittiği yerde dogma (insan aklından çıkan bir görüş için sorgulanması ve tartışılması mümkün olmayan gerçek) başlar; zira kendi fikir ve iddiasının mutlak doğru olduğunu ileri süren her kişi veya sistem dogmatiktir.

Tartışma, fikirlerin, delillerin, aklın konuştuğu alandır. Bir konuda artık kimse konuşamıyorsa, itiraz edemiyorsa, soru soramıyorsa; orada aklın değil, gücün hükmü başlamıştır. Yani düşüncenin bittiği yerde otorite devreye girer. Bu açıdan “lamı cimi yok” dediğinizde bir zihinsel kapatma mekanizmasını çalıştırmış oluyorsunuz. Gerçek bir tartışmanın sustuğu yerde ikna değil dayatma vardır; artık sözün yerini emir, aklın yerini korku alır.

Photo by Markus Winkler on Unsplash

Eleştirel düşünce soru sormanın, gerçek arayışı için itiraz etmenin ve yeniden değerlendirme yapmanın eylemidir. Sorma ve sorgulama mekanizmalarının devre dışı bırakıldığı toplumlar, önlerine konulan malumatı alır ve kolayca “doğru budur” fikrine/dayatmasına/dogmasına teslim olur. Böylesi kişi ve toplumlarda araştırma ve “sorgulama tembelliği” karakteristik bir hâl almıştır. Çünkü böyle yerlerde “soru çoğu zaman saygısızlık, eleştiri nankörlük, itiraz tehlikeli bir tercihtir.”

Son yüzyıla kadar İslam dünyası, ana akım medyanın yaydığı gibi sanılanın aksine “lamı cimi yok”un değil, “her sualin bir cevabı vardır” anlayışının hüküm sürdüğü bir medeniyet iklimi olagelmiştir. Hatta hikâye edilir ki bazı âlimler kapılarına şöyle bir yazı asmışlardır: “Bu kapıda her soruya cevap verilir, hiç soru sorulmaz!” İbn-i Haldun, Farabi, İbn-i Sina, Gazali, İbn Rüşd gibi düşünürler; metinleri sadece okumakla kalmadı, onlarla tartıştı, sınadı, yeniden yorumladı. O dönemde kelam, felsefe ve tasavvuf alanları arasında canlı bir entelektüel diyalog vardı.

Avrupa aynı yüzyıllarda Engizisyon mahkemelerinin gölgesinde sorgulayanları ateşe atarken; Bağdat’ta, Buhara’da, Kurtuba’da insanlar varlık, irade, kader, akıl, ruh, hatta maddenin yapısı üzerine özgürce tartışıyordu. Öyle ki talebeler, hocalarının o büyük eserlerine hiç çekinmeden ciltler dolusu şerh yazıyor, aynı ekolün talebeleri hocalarıyla zıt istikamette fikirleri hür bir şekilde yayıyordu ve bu kimseyi rahatsız etmiyordu! İslam düşüncesinin o altın çağında ilimde ve bilimde hiçbir zaman “lamı cimi yok” denilmedi; aksine “Oku, düşün, tartış” denildi. Ne var ki sonraki yüzyıllarda bu eleştirel damar yerini taklit kültürüne, “böyle gelmiş, böyle gider” anlayışına bıraktı. İşte bu harika deyim, zarif bir not düşme tekniğinden dönüşerek “durağanlık zihniyetinin ifadesi”ne böylece geçiş yaptı.

Photo by Vitaly Gariev on Unsplash

20. yüzyılın bilim tarihinde de benzer bir otoriter tını vardır… Dönem dönem bazı otoritelere ait teoriler sorgulanamaz hâle gelmiş, alternatif fikirler “bilim dışı” etiketiyle yaftalanıp dışlanmıştır. Belirli bir ekolün, paradigmanın, anlayışın ve zihniyetin ayrıcalıklı konumunu kaybetmemek adına dışarıdan gelen kişi, fikir, yorum ve yordama kendilerini kapatmaları böyle olmuştur. Oysa bilim, şüpheden beslenir, şüpheyle var olur. Sorgulatmayan bir bilim insanı, bilimin doğasına ihanet eder. Galileo’nun “Ama dünya dönüyor” demesi, aslında “lamı cimi yok” dayatma zihniyetine yöneltilmiş bir meydan okumaydı.

Bahusus aynı şey çoğu kez edebiyat için de geçerli olagelmiştir. Edebiyatın çok sesliliği, “lamı da var, cimi de…” diyebilen insanların çabasıyla süregiden bir gerçekliktir; çünkü edebiyat, anlamın çoğulluğuna dayanan bir sosyal alandır. Ancak bazen eleştirmen ya da okur, “Bu metin böyle okunur, lamı cimi yok” der; aslında o anda edebiyat ölür. Her büyük metin, farklı gözlerle okununca yeniden doğar; burada anlam tektir diyen, anlamın kendisini öldürür. Her metin, önü kapatılmış bir yorum olasılığı taşır. “Her yeniden okuyuş, susmuş anlamı geri çağırma çabasıdır!” Her tiyatro oyunu, her roman, her biyografi farklı gözlerle ve farklı kulaklarla okununca okuyucunun gönül zenginliğine göre farklı anlamlar bulur. Kutsal metinler bile okuyucunun fikrî ve duygusal derinliğine göre farklı katmanlarda anlaşılır ve anlam zenginliği sunar.

Photo by Emmanuel Phaeton on Unsplash

“Lamı cimi yok” denilen yerde gizli bir soru vardır aslında. “Soru sorma!” denilen her cümlede aslında bir gizli cevap saklıdır. Sorgulamayı bırakmak, düşünmeyi terk etmektir. İtiraz etme cesareti, yüksek bir insan erdemidir. Eleştiri bir düşmanlık değil, gerçeğin sağlamasını yapma biçimi olarak takdir görmesi gereken bir eylemdir. Her fikir, itiraza dayanabiliyorsa değerlidir; dayanamıyorsa zaten çürümüştür, çökmüştür. Hür fikre tahammülü olmayan dogmatik yaklaşımların asıl kusuru özgüveni yoksunluğudur.

Aslına bakarsanız tersinden bir okumayla, düşünmenin lamı cimi olmaz. “Lamı cimi yok” bir kararlılık ifadesi gibi görünür; ama aslında düşünsel bir tembelliğin dildeki yansımasıdır. Yapay zekanın hayatın her alanında hakimiyet kurmaya çalıştığı bir zamanda yaşıyoruz. Algoritmaların tahakkümü kırma, sorgulama ve perdenin ardını görmek için soru sormadan nasıl mümkün olabilir? O halde eleştirel düşünceye, sorgulamaya, fikir üretmeye en çok ihtiyacımız olan bir atmosferde bu deyim yeniden anlam kazanmalı. Belki de artık şöyle demeliyiz: Fikirleri anlamlandırmak için bahane yok; çünkü düşünmenin, sorgulamanın, tartışmanın-kısacası insan olmanın- lamı cimi olmaz; sormak sorundayım! İnsanın tatmin olması, anlam bulmaya bağlıdır; hayatın anlamlandırılmayan hiçbir alanı olmamalı… Anlam için ise sorgulama asıldır. İnsan anlam varlığıdır.

Lâmı Cimi Yok was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.