Maviye Boyanmış Çöl

Deniz Sandım Kendimi Meğer Maviye Boyanmış Bir Çölde Yüzüyormuşum Albayım.

Generated by ChatGPT

Albayım, insan garip mahluk.
Kendi doğrusuna inanmak için önce birinin yanlışını bulması gerekiyor.
Yani yine başkaları mı suçlu, Orhan?
Evet Albayım, hep öyle. Öyle tek başına doğru olunmuyor.
Mutlaka biri hata yapacak ki biz parlayalım. Başkasının düşüşünü görünce ayağa kalktığını sanıyor insan. Çünkü başkasının hatası doğruluk fırsatı gibi geliyor.
Terazi de elindedir değil mi?
Evet Albayım, sahnede elimde hiç tutmadığım bir terazi sallıyorum. Ciddiyetle, inanarak.
Ağzımda aynı cümle: “Ben olsaydım öyle yapmazdım.”
Halbuki olsaydım aynısını yapardım.
Belki biraz da utanırdım üstüne ama onu da belli etmezdim.
Çünkü insan kendi payını inkar etmeden rahatlayamıyor, Albayım.

Birinin yanlışını görünce içimden hemen bir bilge çıkardı; kaşlar çatık, sesi tok, her şeyi görmüş geçirmiş bir adam.
Bilge mi dedin?
Evet Albayım. Ama o adamın evinde hiç ayna yoktu. Çünkü aynaya bakan kendi yanlışını da görürdü; görmek istemiyordu belki de.
Zaten kim ister ki? İnsan en çok kendi sesinden korkar.
O yüzden en kolay eleştiri hep kendinden uzağa yapılan.
Ne kadar uzağa konuşursan o kadar haklısın, Albayım.
Yaklaştıkça susuyorsun çünkü.
Yaklaşmak insanın kendi sesini duyması demek.
Ve o ses… hiç tanıdık gelmiyor çoğu zaman.

Sonra bir gün fark ettim, mesele aynaya bakmakla bitmiyor.
Görmek yetmiyor kabul etmek gerekiyor.
Meğer ben de gördüklerimin sadece bir kısmını kabul etmişim, geri kalanını başkalarının üzerine yıkmışım.
Rahatlamışsındır o zaman.
Evet Albayım, cümlelerim bu yüzden hep temiz kalmış.
Eleştirirken içim rahattı çünkü aynadaki lekeyi ben değil, bir başkası sanıyordum.
Unutmak kolaydı, hatırlamaksa ağır.
İnsan unutmayı bazen temizlik sanıyor, Albayım. Kirin üstünü tozla kapatıyor.
Çünkü insan bazen temizlenemeyeceğini anlayınca kirin dilinden konuşmayı öğreniyor.
Toz işte o dilin en sessiz harfi.

Kendimize bakmayı bilmediğimizde içimiz uzaktan deniz gibi görünür, Albayım.
Dalgaları oynar, maviliği kandırır gözü.
Ama yaklaştıkça fark edersin, o deniz değil maviye boyanmış bir çöldür.
Çöl mü dedin?
Evet Albayım, serin görünür ama dudak değdi mi susuzluğu daha çok yakar.
Parladığı her an biraz daha kurur, her esen rüzgâr çatlaklarını derinleştirir.
Ve uzaktan bakan herkes hâlâ “ne güzel deniz” der.
Sen de gülümsemekle yetinirsin çünkü yaklaşsalar o maviliğin susuzluğunu fark edecekler.

Yıllar geçti, Albayım.
Hala konuşanlar var “doğru budur, yanlış şudur” diye.
Herkesin elinde bir cetvel, herkes bir ölçü birimi kesilmiş ama kimse kendi adımını ölçmüyor.
Ben de dahil.
Ölçmek cesaret ister Orhan.
Evet Albayım, çünkü kendi hatanı tartmak zor iştir.
İnsan sesini kaydederken bile utanır çünkü o seste bütün çıplaklığıyla kendini duyar.
Bu yüzden konuşuyoruz hep başkaları hakkında çünkü kendimiz hakkında sustuğumuz her şey içimizde büyüyor.
Sessizce ama inatla.

Şimdi biri hata yaptığında eskisi kadar hızlı konuşamıyorum, Albayım.
Önce bir içimden geçiyorum “Acaba ben de yaptım mı bunu?”
Cevabı bulamasam bile o soru biraz susturuyor beni.
Belki de olgunluk, doğruyu söylemeden önce susmayı öğrenmektir.
Belki de doğruların kıymeti, konuşmaktan çok durmayı bilmekte gizlidir.
Bazen susmak, hem başkasına hem kendine gösterdiğin en büyük saygıdır.
Ve evet Albayım, o sessizlik bazen canını yakar ama yine de tutar insanı hayatta.

İşte böyle Albayım.
Bir deniz sandım kendimi meğer maviye boyanmış bir çölde yüzüyormuşum.
O zaman ne yapacağız Orhan?
Bekleyeceğiz Albayım.
Belki bir gün yağmur yağar.

Maviye Boyanmış Çöl was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.