Yorgun musunuz ya da keyifsiz? Zihniniz sanki bulutlar arasında dolaşıyormuş gibi… Ama öyle romantik bir şekilde değil, sanki WiFi çekmeyen bir noktada haritada kaybolmuşsunuz gibi. Bir şeyler yapmaya niyetlenirsiniz ama tek yaptığınız, parmaklarınızı sonsuz bir döngü içinde kaydırmak olur.
Photo by Hernan Sanchez on Unsplash
Son zamanlarda yaşadığım şey, bildiğiniz sosyal medya komasıydı. Özel hayatımda bir sıkıntı mı oldu? Bir türlü işe odaklanamıyor muyum? Çözüm: Reels bataklığına dalış! Kendimi teselli etmek yerine beynime “Kaydır kaydır nereye kadar?” maratonu yaptırıyordum. Ve işin en acı tarafı, o son gereksiz videoyu da izleyip yatağa girerken geçen zamana mı yanayım, yoksa beni bekleyen hayallerime mi üzülüp içli bir fon müziği eşliğinde tavana mı bakayım bilemiyordum.
Sözde kaçıyordum ama aslında kendimi daha büyük bir bataklığa çekiyordum. Oysa dikkat ve odaklanma hakkında bir sürü kitap okumuştum. Ama belli ki sorun derinlerdeydi, hatta belki Mariana Çukuru kadar derin… Ve klasik bir “çözümü yine kitaplarda arama” sahnesi yaşandı. İşte tam bu noktada karşıma Johann Hari’nin “Çalınan Dikkat!” kitabı çıktı.
Hari, hiç lafı dolandırmadan sert gerçekleri tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Sosyal medya baronlarının pamuk gibi masum olmadığını söylüyor. Hatta “The Shallows: What the Internet Is Doing to Our Brains” kitabının yazarı Nicholas Carr’a da sağlam bir ayar çekiyor. Öyle bir girdabın içindeyiz ki, dikkat dağınıklığının bizzat sosyal medya devleri tarafından yaratılmış bir illüzyon olduğunu anlatıyor. Yani biz burada “Aa neden odaklanamıyorum?” diye kendimizi suçlarken, birileri algoritmalarını el ovuşturarak yönetiyor.
Bu yazıda diğer klasik kişisel gelişim yazılarının aksine “Bunu okuduktan sonra hayatın değişecek!” gibi iddialarda bulunamam. Çünkü gerçek şu ki, bu çağ topuyla tüfeğiyle dikkatimize saldırıyor. Ama sırf devir böyle diye teslim bayrağını çekmek zorunda mıyız? Ben kendi adıma pes etmiyorum. En azından nefes aldığım sürece bu savaşta birkaç bildirim sessize alıp, birkaç algoritmayı bozmaya niyetliyim! 😎
Photo by Curtis Nguyen on Unsplash
Ama mesele sadece sosyal medya değil. Hayatın her alanında dikkatimiz yağmalanıyor. Okul, iş, sorumluluklar derken hep bir şeyleri yetiştirme telaşı içindeyiz. Mecburen odaklanıyoruz, çünkü yapmazsak işler birikiyor, sonra stres olup yine telefona kaçıyoruz. Bir şeyleri bitiriyoruz ama gerçekten odaklanıyor muyuz, yoksa sadece hayatta kalmaya mı çalışıyoruz?
Asıl sorun şu: Dış baskılarla odaklanmak kısa vadede işe yarasa da uzun vadede pilimizi bitiriyor. Zorunluluktan yapılan iş, bir süre sonra iç sıkıntısına dönüşüyor. Sonuç? Beyin yanıyor, motivasyon eriyor, dikkatimiz kum saati gibi akıp gidiyor. O yüzden çözüm, “yapmak zorundayım” değil, “yapmak istiyorum” noktasına ulaşmakta.
Peki nasıl? Johann Hari; kitabında dikkat ekonomisini yöneten devlerin beynimizi nasıl hacklediğini anlatıyor. Sadece teorik değil, bilimsel araştırmalar, gerçek hayat örnekleri ve “akış hâli” gibi pratiklerle dikkatimizi nasıl geri kazanabileceğimize dair ipuçları da sunuyor.
Yani şu an bile bu yazıyı sonuna kadar okuduysan, dikkatini geri kazanmak için ilk adımı attın. Devam edelim mi? 😏
Multitasking: Aynı Anda Her Şeyi Yapıp Hiçbir Şeyi Yapamamak 😵💫
Günümüz modern dünyasında hepimiz birer “süper insan” olmaya zorlanıyoruz. İş yerinde, okulda ya da günlük hayatın içinde, aynı anda üç e-posta yazıp, kahve içip, telefona bakıp, aklımızdan market listesini geçirebiliyorsak başarılı sayılıyoruz. Ama asıl soru şu: Bu tempoda gerçekten başarılı mıyız, yoksa beyinlerimiz kısa devre mi yapıyor?
Spoiler veriyorum: Beynimiz bu hız trenine uygun değil. Johann Hari de kitabında tam olarak bunu anlatıyor. Multitasking (çoklu görev yapma) bir illüzyon! Sanıyoruz ki aynı anda hem çalışıp hem WhatsApp mesajlarına yetişebiliriz ama aslında olan şu: Beyin sürekli bir işten diğerine atlarken hata yapıyor, hız kaybediyor ve sonunda “Ne yapıyordum ben ya?” diyerek boş ekrana bakıyoruz.
Hari bu duruma “geçiş maliyeti” adını veriyor. Yani bir işten diğerine geçtiğimizde, aslında beynimiz arada mini bir reset atıyor ve tam verimli hale gelmesi zaman alıyor. Ve sonuç? Verimlilik düşüyor, hatalar artıyor ve daha fazla zaman kaybediyoruz.
Bir araştırmaya göre, çoklu görev yapan insanlar tek bir işe odaklananlara kıyasla %40 daha fazla hata yapıyor ve işleri daha uzun sürede tamamlıyor. Yani aynı anda birçok işi halledeceğim derken aslında işleri batırıyoruz.
Peki, çözüm ne? Çok basit: Tek bir işe odaklan!
- İşe başlarken bildirimleri kapat.
- Aynı anda 17 sekme açık olmasın.
- Telefonu bir köşeye koy (evet, TikTok’ta yine ilginç bir şey olacak ama kaçırınca hayatın bitmeyecek).
- Ve en önemlisi: Enerjini tek bir noktaya yönlendir.
Hari’nin de dediği gibi:
“Dikkat, emek gerektirir. Ama gerçek odaklanma, zaman kazandıran en güçlü beceridir.”
Photo by Martin Adams on Unsplash
Yani “her şeye yetişmeliyim” baskısından kurtulup, gerçekten önemli olana odaklanmayı öğrenirsek, hem daha hızlı iş bitiririz hem de beynimizi daha az haşlarız. Evet, odaklanmak biraz sabır istiyor ama en azından toplantı ortasında “Ben buraya niye geldim?” diye sorgulamamak için buna değer.
Akış Modu: Beyin Versiyon 2.0’a Güncelleniyor… 🧠
Odaklanmayı derinlemesine inceleyince karşımıza “akış hâli” çıkıyor. Adı havalı, anlamı daha da havalı! Mihaly Csikszentmihalyi (evet, adını okumaya çalışırken bile dikkatiniz dağılabilir) tarafından geliştirilen bu kavram, sanatçılar, sporcular ve bilim insanları gibi kendini işe gömen kişiler üzerinde incelenmiş. Kısaca, bir işe tamamen daldığınızda, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız ve her şeyin su gibi aktığı bir mod. (Yani bir tablo çizerken “Sadece 5 dakikadır çalışıyorum” deyip kafanızı kaldırdığınızda gün batmış olması gibi!)
Johann Hari de “Çalınan Dikkat” kitabında, odaklanmanın dış faktörlere değil, iç motivasyona bağlı olduğunu söylüyor. Yani “Dış etkenleri suçlamayı bırak, önce kendi dikkat kaslarını geliştir” diyor. Akış hâli sadece uzun süreli odaklanmayı sağlamıyor, aynı zamanda yaptığınız işten keyif almanızı da artırıyor. Yani odaklanma sadece “iş bitsin de gideyim” değil, sürecin tadını çıkarmak demek!
Peki, bu efsane hâle nasıl geçeriz? 🤔
Anlamlı bir uğraş seçin: Beynimiz ilgi çekici bulduğu şeylere daha kolay odaklanıyor. (İlgi çekici bulmadığınız Excel tabloları için bir çözüm yok, üzgünüm.)
Photo by J. Balla Photography on Unsplash
Dış uyaranları susturun: Bildirimleri kapatın, telefonu bir süre “kaybolmuş” gibi davranın. (Bir WhatsApp mesajını kaçırmak dünyayı değiştirmez, rahat olun.)
Alışkanlık geliştirin: Beynimiz kas gibi çalışır. Ne kadar çok odaklanırsak, o kadar güçlenir. (Ama merak etmeyin, spor salonu üyeliği gerekmiyor.)
Zorluk seviyesini ayarlayın: İşiniz ne çok kolay ne de “bunu yaparsam beynim patlar” seviyesinde olmalı. (Ne Sudoku kadar basit, ne de kuantum fiziği kadar karmaşık.)
Sonuç? Akış hâlini yakalarsak, hem verimli çalışırız hem de yaptığımız işten keyif alırız. Bir bakmışız ki, dikkat dağınıklığının panzehrini bulmuşuz!
Johann Hari’nin dediği gibi:
“Dikkat dağınıklığından kurtulmanın en iyi yolu, gerçekten önemli olan şeylere odaklanmayı öğrenmektir.”
Yani artık dikkatinizi nereye yönlendirdiğiniz tamamen sizin elinizde! 🚀😎
Zihin Gezintisi: Beynin ‘Yeni Sekme Açma’ Alışkanlığı 🤯💭
Photo by Alexander Shatov on Unsplash
Odaklanmanın önemini hepimiz biliyoruz. Ama mesele sadece dış etkenleri kapatmak değil, beynin içinde dönen ‘açık sekmeleri’ yönetebilmek! Zihin sık sık gezintiye çıkıyor, olmadık düşüncelere dalıyor ve bir bakmışız, 15 dakika önce işimize odaklanmışken şu an “Acaba dinozorlar nesli tükenmeden önce strese girer miydi?” diye düşünüyoruz. Ve işin kötüsü, bunu fark ettiğimizde geri dönmek çok zor oluyor.
İşte bu noktada teknoloji ve sosyal medya devreye giriyor. Johann Hari’nin dediğine göre, sosyal medya sadece dikkatimizi değil, duygularımızı ve egomuzu da esir alıyor. Beğeniler, yorumlar, paylaşımlar… Bunlar bir tür ego dopingine dönüşüyor. “Acaba hikayemi kimler gördü?”, “Niye az beğeni geldi?” gibi sorular beynimizi esir alıyor. Kısacası, teknoloji bizi birbirimize bağlıyor gibi görünse de, aslında egomuzla savaşmaya itiyor.
Photo by Brett Jordan on Unsplash
Sosyal medyadan kopamamızın nedeni?
Basit: Başkaları tarafından fark edilmemek korkusu. Görünür olma isteği, bilinçaltında bizi ekrana hapsediyor. Ama bu bağımlılık arttıkça gerçek dünyada odaklanma yeteneğimiz zayıflıyor, zihinsel yorgunluk artıyor, iç huzursuzluk tavan yapıyor.
Peki, çözüm ne? Teknolojiyi akıllıca kullanmak!
- Sosyal medya kullanımını sınırla. Zaman dilimleri belirleyerek kendini kontrol edebilirsin. (Reels’e “bir bakayım” diye girip 45 dakika kaybolanları sahneye alalım!)
- Gerçek bağlantılara odaklan. Sanal dünyada değil, yüz yüze sohbetlerde dopamin al.
- Bilinçli farkındalık geliştir. Telefonu bilinçsizce eline almadan önce “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?” diye bir sor. (Genelde cevap: Hayır.)
Sonuç? Dikkatimiz bir tesadüf değil, bilinçli bir seçim. Eğer algoritmaların ve bildirimlerin elinde oyuncak olmak istemiyorsak, kontrolü geri almak bizim elimizde!
Zalim İyimserlik: ‘Pozitif Düşün’ Diyerek Bizi Kandıran Düzen! 🎭🧠
Kitapta en çok dikkatimi çeken bölümlerden biri “Zalim İyimserlik” kavramı oldu. “Sadece pozitif düşün, olur biter” tarzı sloganlar kulağa güzel geliyor, ama gerçek hayat bu kadar basit değil. Toplum, dikkatimizi ve enerjimizi dağıtan sistemleri sorgulamak yerine, her şeyin bizim suçumuz olduğuna inanmamızı istiyor.
Ama dur bir dakika! Eğer çalışma sistemleri, sosyal medya algoritmaları ve sonsuz bildirimler bizi sabote edecek şekilde tasarlanmışsa, gerçekten çözüm sadece “Daha çok çabala!” demek mi? Johann Hari bu yaklaşımın bizi kendimizi suçlamaya iten büyük bir illüzyon olduğunu söylüyor. İşler yolunda gitmediğinde, sistem değil, biz suçlu hissediyoruz. “Sorun sende, yeterince çalışmıyorsun!” mesajı veriliyor.
Photo by Max Zhang on Unsplash
Oysa asıl mesele şu: İnsanlar bireysel çaba göstermelerine rağmen dikkatlerini toplamakta zorlanıyorsa, bunun sebebi çevresel ve toplumsal faktörlerin onları sistemli bir şekilde dağıtıyor olmasıdır.
“Pozitif düşün, kafana takma” gibi basit cümleler, gerçek sorunları örtbas etmekten başka bir işe yaramıyor. Eğer içinde yaşadığımız dünya, dikkatimizi bilinçli olarak çalacak şekilde tasarlandıysa, bu düzensizlikten sadece bireysel farkındalıkla çıkamayız.
Johann Hari, bizi tüketen dikkat ekonomisine bireysel değil, toplumsal bir mücadeleyle karşı koymamız gerektiğini vurguluyor. Gerçek çözüm ne mi? Sosyal medya devlerini ve dikkat ekonomisini yöneten şirketleri denetim altına almak, onlara toplumsal baskı uygulamak. Kitapta, İngiltere’deki aktivist Caroline Lucas’ın çevre mücadelesini örnek göstererek, dikkatimizi çalan sistemlere karşı da aynı bilinçle hareket etmemiz gerektiğini söylüyor.
Eğer dikkatimizi bilinçli olarak çalıyorlarsa, onu geri almak için bireysel düzeyde mücadele etmek yetmez! Gerçek dönüşüm, bu sistemi değiştirecek politikaları talep etmek, sosyal medya patronlarını hizaya getirmek ve dikkatimizi sömüren düzeni sorgulamaktan geçiyor.
O yüzden, “Biraz daha çabalasan düzelirsin” gibi yüzeysel tavsiyeleri bir kenara bırakıp, dikkatimizi gerçekten nasıl koruyacağımızı konuşmaya başlamamız lazım. Çünkü bu sadece bireysel bir mesele değil, hepimizi ilgilendiren büyük bir savaş!
Dikkatini Sabote Eden Gizli Güçler: Beynine Tuzak Kurmuş Günahkarlar!” 🍔🧠🔄
Tam odaklanmışken bir anda kendini Instagram’da yemek videoları izlerken ya da “Kediler neden uzaylı olabilir?” başlıklı bir makale okurken buluyor musun? Merak etme, bu sadece algoritmaların oyunu değil. Johann Hari, kitabında dikkat kaybımızın çok daha derin sebepleri olduğunu söylüyor. Beynini sabote eden düşmanlar listesi uzun! İşte aralarından en sinsileri:
🍔 Beslenme Düzeni: Beynini Fast Food Moduna Alma!
Zihnin bazen Windows 98 gibi yavaş çalışıyorsa, sebebi algoritmalar değil, kahvaltıda yediğin çikolatalı kruvasan olabilir. Araştırmalara göre, şeker yüklü ve işlenmiş gıdalar, odaklanma süresini düşürüyor ve beyni sisli bir Londra sabahına çeviriyor.
Photo by Anthony Bernardo Buqui on Unsplash
Ne yapmalı?
Kendine bir iyilik yap ve beynini junk food (abur cubur) ile değil, omega-3, sağlıklı yağlar ve proteinle besle. Çünkü işlenmiş gıdalar beynini işlemiyor!
👶 Çocukluk Travmaları: Geçmiş, Dikkatini Çalıyor Olabilir!
Tam bir işe odaklanacaksın, ama beyninde aniden 10 yaşındaki hâlin beliriyor ve “Bir keresinde ödevimi unuttuğum için öğretmen bana kızmıştı, acaba ben başarısız mıyım?” diye soruyor. İşte orada bir sıkıntı var! Hari’ye göre, çocuklukta yaşanan stres, dikkat dağınıklığını artıran en büyük faktörlerden biri.
Photo by Annie Spratt on Unsplash
Ne yapmalı?
Öncelikle şu gerçeği kabul edelim: Bir ödevi unutman seni başarısız yapmaz, tıpkı bir kez düşmenin yürümeyi öğrenmeni engellememesi gibi. Geçmişin, bugünkü odaklanmanı sabote ediyorsa, bunu fark etmek ve gerekirse profesyonel destek almak beynindeki eski versiyonları güncellemek gibi bir şey.
🧠 Zihinsel Yorgunluk: Beynini “Fazla Sekme Açılmış Tarayıcı” Modundan Kurtar!
Bazen o kadar çok şeyi aynı anda düşünüyoruz ki, zihnimiz 20 sekme açıkken donan bir bilgisayar gibi takılıp kalıyor. “Yapılacak işler”, “unutulmaması gerekenler”, “akşam ne yesem” derken beyin yavaş yavaş pilini tüketiyor.
Photo by Peter Conlan on Unsplash
Ne yapmalı?
Ara sıra beynine “yeniden başlat” butonu lazım. Dijital detoks, açık havada yürüyüş, hatta sadece bildirimleri kapatıp 10 dakika boş boş tavana bakmak bile beynini kendine getirebilir. (Cidden, deneyenler var, işe yarıyor.)
Beynine Hak Ettiği VIP Hizmeti Ver! 🎟️
Dikkat kaybı sadece sosyal medya veya bildirimlerden ibaret değil. Yediğin yemeklerden, geçmişine ve zihinsel yüküne kadar her şey beynini sabote edebilir. O yüzden sadece telefon ekranını değil, hayatındaki gereksiz dikkat dağıtıcıları da temizlemeye başla!
Bunu yaparsan ne olur? Odaklanman güçlenir, zihnin berraklaşır ve belki de en önemlisi… Bir işi yaparken “Az önce ben ne yapıyordum?” diye sormayı bırakabilirsin. 🚀😎
Photo by Josh Riemer on Unsplash
Dikkatinizi Çekebildiysem Ne Mutlu!
Dikkatimizi kaybetmemizin sebebi sadece bireysel iradesizliğimiz değil; sistemli bir dikkat hırsızlığıyla karşı karşıyayız. Sosyal medya devleri, algoritmalar ve modern dünyanın sürekli uyarıcı bombardımanı, beynimizi ele geçirmek için yarışıyor. Ama bu, tamamen çaresiz olduğumuz anlamına gelmiyor.
Evet, teknoloji çağında yaşamak zorundayız, ama bu onun bizi yönetmesine izin vereceğimiz anlamına da gelmiyor. Dikkatimizi bilinçli şekilde yönlendirmeyi öğrenebiliriz. Tek bir işe odaklanmak, akış hâlini yakalamak, dijital alışkanlıklarımızı sorgulamak ve zihinsel direncimizi artırmak bizim elimizde. Ama sadece bireysel önlemler almak yetmez.
Johann Hari’nin de dediği gibi, dikkatimizi sistemli bir şekilde bozan güçlere karşı toplumsal bilinç geliştirmeli ve değişim talep etmeliyiz. Dikkat ekonomisini yöneten devlerin karşısında pasif izleyiciler olmaktan çıkıp, bilinçli kullanıcılar hâline gelmeliyiz.
Bu kitap, dikkatinizin neden dağıldığını anlamanızı sağlarken, aynı zamanda onu nasıl geri kazanabileceğinizi de gösteriyor. Eğer gerçekten zihinsel berraklığa kavuşmak, hayatınızı kontrol altına almak ve dikkatinizi korumak istiyorsanız, bu mücadelede yalnız olmadığınızı bilin.
Odaklanmak bir beceri, geri kazanılabilir bir yetenek. Ve her şey, bu farkındalıkla ilk adımı atmakla başlıyor.
Bu arada… Bu, Medium’da yazdığım ilk yazı! 😎
Heyecanlıyım, çünkü muhtemelen şu an buraya kadar okuyabilen nadide bir yüzde 1'lik kesimdesin.
Sen gerçek bir dikkat savaşçısısın! Eğer yazıyı beğendiysen alkışlamayı, hatta “Bu kişi klavyeyi konuşturuyor!” dersen de takip etmeyi unutma! Beni mutlu edersin, algoritmaları değil. 😏
Parmaklarım Kaydırıyor, Ruhum Bağırıyor: Dikkatimi Kim Çaldı? was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.