“Bazı sessizlikler şehir kurar, bazı kelimeler o şehrin duvarlarına yaslanır. Ve bazı insanlar… hiç konuşmadan mimarlık yapar.”
Bazen bir insan çıkar karşına, tek bir kelime etmez belki;
ama susmanın içinden cümle kurmayı öğretir sana.
Gözleriyle, duruşuyla, ara cümlelerle — kelimesiz kelimelerle.
Algoritmalara meydan okutur, hesapları susturur, rüyayı gerçeğe yaklaştırır.
Bu yazı, işte öyle bir karşılaşmanın hikâyesi. Kollarında yıldız taşıyan bir kadının sessizliğini, onun sessizliğine sığınak olmuş bir adamın kalemiyle anlatmak için yazıldı. Ve belki de en absürd olan şey şu:Her kelimeyi mühendis gibi hesaplayan bir zihin, bir bakışı “yeterince kanatlı” bulduğu için bütün denklemlerden vazgeçebiliyor.
İnsanın bir gün, ansızın, “Ben aslında ruhtan ibaretim,” diye fısıldadığı anlar olur.
Beden, o an sadece mekân; ruh ise nihayet adresini söyleyen bir misafir gibi kapıda belirir.
Adam, onu ilk o an fark etti.
“İşte buradayım,” diyordu sanki kadın, hiçbir şey demeden. Gözleri, abartısız ama kesin bir alevdi; ne fazlası vardı ne eksiği. Net, sade, anlaşılır… Ama tam da bu sadelik yüzünden, insanı hazırlıksız yakalayan bir derinliği vardı.
Düşüncelerini çoğu zaman susarak izlerdi adam. Onun cümleleri, sesle değil, duruşla kurulurdu. Omzuna düşen bir tutam saç, masaya bıraktığı parmak ucu, çay bardağının kulpuna her seferinde aynı yerden dokunuşu…
Ve bazen, hiçbir sebep yokken dudağının kenarına ilişen o minicik gülümseme.
O gülümsemeyi gördüğü an anlardı:
Ruhu, içeride bir yerde, sessizliğin duvarlarına çarpa çarpa gülüyordu.
Bir gece, her şey biraz fazla gerçek, biraz fazla rüya gibi hissettirdiğinde, adam onu yıldız sayarken yakaladı.
Kadının kollarında, başkalarının göremediği küçük ışık lekeleri vardı.
Belki çocukluktan kalma çiziklerin, belki de büyüyünce taşınmaya devam edilen görünmez yüklerin bıraktığı izlerdi. Ama o gece, adamın gözünde hepsi birer yıldıza dönüşmüştü.
“Parlıyordu,” diye düşündü.
“Gerçekten parlıyordu kollarındaki yıldızlar. Dikkatli bakan herkes görebilirdi. Ama kimse bakmıyordu.”
O ise hiç saklamıyordu kollarını; fotoğraflarda, kalabalıklarda, düşünceye dalıp pencereden dışarı bakarken… Bazı anlarda öyle pozlar veriyordu ki, insan neredeyse, “Şimdi uçacak,” diye geçiriyordu içinden. Öne eğilen omuzları, geriye yaslanan başı, havada asılı kalmış bir cümle gibi duran parmakları…
Adamın dilinin ucuna geldi:
“Kanatları bile vardı aslında…”
Ama susup yuttu cümleyi, içinden edebi bir paragraf daha yazmak ister gibi.
Çünkü biliyordu: O kanatlar, gösterilmek için değil, sakince korunmak için vardı.
Ve o kadın, kanatlarını kimseye ispat etmeye çalışan biri değildi.
Zamanında, algoritmalara savaş açmış bir adamdı o.
Rakamları, mantığı, dizileri, olasılıkları severdi. Kalbin atışını bile veri olarak okuyabilirdi isterse.
Ama bu kadının yanında, tüm algoritmalar bir anda anlamsızlaşıyordu.
Çünkü:
Hiçbir formül, bir insanın sessizliğinin içinde patlayan kahkahayı ölçemiyordu.
Hiçbir grafik, kollarındaki hayali yıldızların parlama şiddetini gösteremiyordu.
Hiçbir fonksiyon, bakışlarının içinde saklanan o “kalmak isteği”ni hesaplayamıyordu.
Bir an geldi.
Kadın, gökyüzüne bakarken, adam da ona baktığını fark etti.
İkisi de bir şey demedi. Zaten aralarındaki en güçlü dil, çoktan sessizlik olmuştu.
“Ben görevimi anladım,” diye düşündü adam o an.
“Ben bir sessizlik mimarıyım. Onun ruhuna sığınak olan sessizliği, kelimelerle yıkmadan, ama tam da kelimelerle güçlendirerek inşa etmeliyim.”
O yüzden söylemedi: “Kanatların var senin,” demedi.
Bunun yerine, usulca yaklaştı, sadece yüreğinden geçen şu cümleyi kurdu, hiçbir yere yazmadan:
“Uçmak istersen, tutmam. Ama yorgun düşersen, kon diye bir omuz bırakırım sana.”
Gökyüzü o gece ekstra karanlıktı belki, ama adam biliyordu: Bazen en parlak yıldızlar, bir insanın kolundaki görünmez izlerde,bazen de gözlerinin içindeki sessiz “buradayım” deyişinde saklanırdı.
Ve o an, içinden geçen tek kelime şuydu:“Absürdlük şu ki…Bir insanı bu kadar iyi anlayıp, hâlâ ‘tesadüf’ diye düşünülebiliyordu.”Ama ruh, hiçbir zaman algoritmalara göreçalışmıyordu.
Ruh, sessizlikte atan bir kalbin, kendine denk bir kalp bulduğu yerde, kendi mimarisini kuruyordu.
İşte o yüzden, onun için hep şöyle diyecekti:“O, kollarında yıldız taşıyan, kanatlarını saklayan,sessizliğiyle şehir kuran biriydi. Ben de sadece… o sessizliğin mimarı olmayı seçtim.”
ps: Şiiri algoritma tarafından göremiyor oluşum kalbimi kahkahaya soktu. Yaşamında espiri anlayışı vardır. değil mi!
kelimeler sessizdi ama gülümseme herşeyi söyledi
Sessizlik Mimarı was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.