Sonsuzluğun Sol Eliyle Uçurumun Kıyısında

Her şey kitaplar hakkında herkesin yorumlar yapıp, alıntılar paylaştığı bir sitede özellikle bir kitaptan bahsedilmesiyle başladı. Sonsuzluğun Sol Eliyle Uçurumun Kıyısında isimli bu kitaba dair yapılan ilk yorum şöyleydi: 

“Öncelikle kitap 225 sayfa ve bu kitabı okumak oldukça zorlayıcı bir deneyim oldu. Kitabın ön kapağında bir yayınevi bulunmamakta. Fatih Musa Güzel isimli yazara ait bu kitap, ‘Bir kitap okudum ve hayatım değişti,’ diyebileceğim kitaplardan oldu. Kitabın henüz onuncu sayfasındayken bir bakıyorsunuz, yazarın Batı paradigmasında içinden geçmediği kişi kalmamış. Bu kitap var olan düşünce biçimlerini temelinden sarsıyor. Felsefe dünyasında tam anlamıyla bir karamsarlık manifestosu gibi duruyor; ben kitabı okurken sürekli uçurumun kenarında yürüyormuşum gibi hissettim.  Fatih Musa, kitabı klasik bölümlere ayırmamış. Kitap, daha çok aforizma gibi akan cümlelerden oluşuyor, ama ne cümleler… Yazar bazen Tanrı’yı sorguluyor, bazen deli saçması şeylere yöneliyor, bazen erilliğin ve iktidarın tahakkümüne değiniyor, bazen de resmen toplumun yüzüne tükürüyor. Topluma, ‘İşte busunuz!’ diyor. Karamsarlık dedim az önce ama aslında bu kitabı bir uyanış kitabı olarak tanımlamak daha doğru olur. Peki, bahsettiğim bu karamsarlık nerede devreye giriyor? Kitap bitince. Çünkü kitabın size verdiği uyanış insanı huzura götürmüyor. Tam aksine hayatın gerçeklerinin sertliğiyle daha bilinçli bir şekilde yüzleşmeye başlıyorsunuz. İki yüz yirmi beş sayfalık bu kitap binlerce sayfalık kitaba bedel. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Daha önce ismini hiç duymadığım bu yazarın hakkında tek bir bilgi bulamadım. Yayınevi bilgisi de bulamadığımdan kitabın yazar tarafından kendi imkânlarıyla bastırıldığını düşünmekteyim. Belki de yurtdışında basılmıştır bilemiyorum. Okumanız için kitabın kapağını yazımın altına ekliyorum.”

Kitabın kapağı turkuaz mavisiydi; başsız ve taburede oturan bir insan heykel vardı. Bu heykel oturduğu tabureden öne doğru eğilmişti, iki eliyle kavradığı şapkasını tutuyordu. Çok geçmeden bu siteye kitaba dair başka bir inceleme yazısı daha eklendi.

“Sonsuzluğun Sol Eliyle Uçurumun Kıyısında, muhteşem bir kitap. Elimden geldiğince kısa yazmaya çalışacağım. Bu kitabı başkasına anlatmak biraz zor. Akadaşlara önerdiğimde ‘Kitap ne hakkında?’ diye soruyorlar. O anda duruyor ve onların bu sorusuna cevap veremiyorum. Yanlış anlaşılmasın, bu duraksamam kitabı anlamadığımdan ya da anlatım gücümün kötülüğünden değildir. Stephen Hawking nasıl ki Her şeyin Teorisi’ni yazdı. Bu kitap da onun felsefe versiyonu gibi bir şey. O soruya ‘Bu kitap her şeyi anlatıyor,’ diyebiliyorum. Evet, her şeyin felsefesini yapıyor bu kitap. Üstteki incelemenin de söylediği gibi sonda sizi büyük, huzursuz bir uyanışla baş başa bırakıyor ve o son sayfayı kapattığınızda fark ediyorsunuz ki bu can sıkıcı his, aslında içinizi gıdıklayan bir şeye dönüşüyor. 

Aldığım bilgilere göre kitap, yurtdışında basılmış fakat yazarı Fatih Musa Güzel’in gerçek bir karakter olduğunu düşünmüyorum. Adam hayalet resmen. Büyük ihtimalle bu gerçek bir isim değil. Her ne olursa olsun, Sonsuzluğun Sol Eliyle Uçurumun Kıyısında bir kitaptan fazlası, insanın tatması gereken muazzam bir tecrübe gibi oracıkta duruyor.  Bu kitabı lütfen edinin.” 

Yedi yüz elli binden fazla kullanıcısı olan bu sitenin Sonsuzluğun Sol Eliyle Uçurumun Kıyısında isimli başlığına altı ay boyunca haftada beş ya da altı inceleme yazısı girilmeye başlandı. Kitaba verilen puanlar beş üzerinden dördün altında değildi.  4.9 puanlı bir şekilde sitede parlamaya başlayan kitap, site içinde büyük bir merak unsuruna dönüşmüştü. Bir süre sonra inceleme yazılarının yanında kitabı bulamayan insanların sitemleri de yazılır olmuştu. Öyle ki ilk inceleme yazısını takip eden dokuz aydan sonra okumak isteyip de kitaba ulaşmayan insanların yaptıkları yorumların sayısı, incelemelerin üç katına çıkmıştı. Kitaba ulaşmak isteyen bir kullanıcının yorumu en fazla beğeni alan yoruma dönüşmüştü: “Biri artık bir şeyler yapmalı! Hangi kaynağa bakarsam bakayım kitaba ulaşamıyorum. Kitabın PDF’si de yok. Yayınevlerine ulaşıyorum, onların da kitap hakkında bilgisi yok. Allah aşkına nereden ediniyorsunuz bu kitabı? Kitap satan bütün sitelerde kitap stokta görünmüyor.’’

Bu arada sitenin dokuz ay boyunca en çok beğeni alan kitaplarından olan bu kitap, internet üzerinden kitap satışı yapan sitelerde de yer almıştı. Kitabı elde edemeyen siteler, bunu sırf tıklanma sayısı almak için yapmışlardı. Zaten yönlendirilen bağlantıya tıklandığında satın al kısmında koca bir “STOKTA YOK, PEK YAKINDA GELECEK!” yazıyordu. Onun da altında “Gelince haber ver” butonu yer alıyordu. Bunun için de üyelik gerekliydi. 

Kitap incelemeleri onuncu ayla birlikte kahveli ve kitap temalı Instagram sayfalarında da yorumlanmaya başlamıştı. Söylenenlere göre kitapla ilgili her şey yurtdışı kaynaklıydı ve ulaşılması bu yüzünden bu kadar zordu. Bir başka sayfa ise Fatih Musa’nın gerçek bir isim olmadığını, gerçek kişinin üniversitede hocalık yaptığını söylüyordu. 

Her kafadan bir ses çıkarken sayfaların birçoğundan inceleme yazıları çıkıyordu. “Kitabı bize satın,” diye yapılan yorumlarsa cevapsız bırakılıyordu. Arkadaş ortamlarında “Kitabı okudum,” diyen insanların sayısı bir hayli fazlaydı. Alıntı bile yapıyorlardı. 

Çok ünlü bir gazetenin aylık olarak yayımlanan kültür sanat köşesinde Muazzez Müstakbeloğlu’nun “Harika Bir Kitabın Anatomisi, SSEUK” başlıklı yazısı o ayın en çok okunan yazısı oldu. Müstakbeloğlu, kitaba çok zor ulaştığından ve kitabı elde etmek için neredeyse bir servet ödediğinden bahsediyordu. Ayrıca Müstakbeloğlu’na göre kitap şimdiden kült bir esere dönüşmüştü. Yazı çok ilgi çekmiş, herkes Muazzez Hanım’ın yazısına övgüler düzerken sadece bir kişi sitem etmişti. O da kitap hakkında değildi. Fırat Muştak Güneş isimli genç bir yazar Müstakbeloğlu’na, “Size iki yıl önce incelemeniz için gönderdiğim kitabım Sarmal Yankılar’ı incelemenizi beklemekten helâk oldum. Bana kitabımı inceleyeceğinizi söylemiştiniz ama sizden hâlâ cevap alamıyorum. İlla popüler mi olmamız lazım Muazzez Hanım?’’ diye veryansın etmişti. 

Rakip gazetenin kültür sanat köşesindeyse “Ulaşılamayan O Kült Kitap” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazı, Eşref Şükürcüoğlu’na aitti. Şükürcüoğlu, yazısında başta Muazzez Müstakbeloğlu’na daha sonra kitabı okuduğunu iddia eden insanlara açık bir çağrıda bulunmuş ve kitapla ilgili şüphelerinden bahsetmişti. Şükürcüoğlu böylece bu kitabın aslında olmadığı şüphesini ortaya korkusuzca atan ilk kişi olmuştu. Muazzez Hanım, Eşref Bey’in bu şüphesine sosyal medya üzerinden cevap vermiş, Eşref Bey’in iftiracı ve bir terör örgütü olan FETÖ’nün mensubu olduğunu iddia etmişti.  

                                                                     *****

Şükürcüoğlu’nun “FETOCU SENİN BABANDIR!” isimli yazısını öğretmenler odasında okuyan Vedat Hoca, kafasını yazıyı okuduğu telefonundan kaldırıp o an odada olan iki öğretmeni izlemeye başladı. Üç öğretmen de o saatleri boş olduğundan vakitlerini öğretmenler odasında geçirmekteydiler. Mert Hoca, Öznur Hoca’yla flörtöz bir sohbetin ortasındaydı. Öznur Hoca ise sohbeti hemen bitirip elindeki kitaba odaklanmak istiyor gibiydi. 

“Hangi kitabı okuyorsunuz hocam?” Öznur, Vedat’ın sesini duyar duymaz, Mert’in sohbetinden kurtulma umudunu yakalamışçasına hemen cevap verdi. “Galaktik Çömlek Tamircisi hocam. Bir bilim kurgu kitabı,” dedi. “Biliyorum hocam. Bilim kurgu kitaplarını ben de çok severim. Bu kitabı okuduktan sonra Maymunlar Cehennemi’ni de okumanızı öneririm. Filmi kitaptan çok daha farklıdır, o da iyi bir bilim kurgu eseridir.” Vedat’ın Öznur’a kitap önerdiğini gören Mert kıpkırmızı olmuştu. Bu onun için açık bir savaş demekti. Doğada dişiler için birbiriyle dövüşen hayvanlar gibi gardını alan Mert, konuşmaya başladı. “Yani siz de Vedat Hoca’m… Böylesine güzel bir kadın arkadaşımıza önerdiğiniz maymunlarla ilgili olan bir kitap mı? Yapmayın, Allah aşkına!’’ dedi. Zaten birbirinden pek haz etmeyen bu iki öğretmen birbirine iyice bilenmişti. “Mert Bey ne alakası var? Açık konuşayım; bence siz Öznur Hoca’dan hoşlanıyorsunuz. Rica ederim, bir kadınla olan iletişiminizde benim önerdiğim kitapları kullanmayın.” Vedat Hoca, pis pis sırıtıyordu. Öznur Hoca, utanmış bir şekilde kafasını kitaba gömerken Mert Hoca, “Asıl sizin söylediklerinizin ne alakası var. Ben daha faydalı, ufuk açacak kitapların okunmasından bahsediyorum. Mesela Sonsuzluğun Sol Eliyle Uçurumun Kıyısında, harika bir kitap. Önerdiğiniz o maymunlu kitaba bin basar.”

“Aa, okudunuz mu o kitabı? Kimileri öyle bir kitabın olmadığından bahsediyor da…” Vedat Hoca mânâlı mânâlı gülüyordu. “Elbette okudum. Çok derin bir kitap hocam. Fatih Musa tam bir dahi.” Mert kendinden emin, kabarmış bir şekilde Öznur’a baktı, hoşlantı konusundan uzaklaşılması işine gelmişti. “Kitap sizde varsa ben de okumak isterim hocam,” diyen Vedat’a  kekeleyerek, “Ben bir arkadaşımdan ödünç aldım ama o da bu şehirde yaşamıyor hocam ne yazık ki,” dedikten sonra teneffüs zili çalmış ve herkes kendi işine dönmüştü. Vedat Hoca, o gün kafasında artık şüpheye yer bırakmayan cevapla ve aklında bir fikirle öğretmenler odasından ayrılmıştı. 

                                                                 *****

Kendilerine gönderilen dosyaları okumayan, sadece ünlü olan isimlerin peşine düşen, ünsüz olsa bile sosyal medyada takipçisi fazla olan kişilere şans veren yayınevleri uzun bir süre boyunca hakkında binlerce yorum yapılan bu kitabın yazarı olan Fatih Musa Güzel’e ulaşmaya çalışsalar da başaramadılar. Bir süre sonra insanlarda bu kitapla ilgili “Kral çıplak” akımı başladı. Kitabı okuduğunu iddia eden o kelli felli insanlar, kitabı sitelerine ekleyen satış mağazaları, gazeteler, eleştirmenler hiç utanmadan böyle bir kitabın aslında olmadığını söylemeye başladılar. Yapılan araştırmalar sonucunda internet kullanıcıları kitaba dair yapılan ilk yorumun peşine düştüler. Aramalar sonuç vermişti. Yapılan ilk yorumun hangi IP adresinden yapıldığı bilgisine ulaşan internetin bu gönüllü araştırmacılar, Fırat Muştak Güneş ismine ulaştılar. Diyarbakır’da bir köy öğretmeni olan bu kişi henüz bir kitabı olan bir yazardı. Herkesin sövüp durduğu bu yazar, hiç kimseye cevap vermeden suskunluğunu korudu; bir Youtuber’ın röportaj teklifini kabul edinceye kadar…

Beş milyon görüntüleme alacak olan video işin aslı ortaya çıktıktan iki ay sonra “Ülke Tarihinin Belki de En Büyük Trollemesi” başlığıyla yayınlandı. Youtuber’a ağır bir Doğu ağzıyla konuşan Güneş’in röportajı şu şekildeydi: 

“Yav ben edebiyat dünyasının saçmalıklarından bıktım arkadaş! Yazıyorsun, çiziyorsun, yayıncılara yolluyorsun, yüzüne bakan yok. Diyarbakır’da kibe mumbar (yerel bir yemek) muhabbeti yapan adamın eseri en iyi yerlerden çıkıyor, sen verdiğin emekle kalıyorsun. Tamam, ben dünyanın en iyi kitabını yazdığımı iddia etmiyorum ama bu nedir yav! Eşler dostlar birbirini eyliyor. Yav (a)ma olur mu böyle, söyle canım kardeşim? Birisi de desin ki ‘Yav kardeş, kitabını okuduk ama şundan şundan dolayı kötü olmuş. Yok! Ancak araya tanıdık sokmak gerekiyor. Bak, yemin ederim şu çay gibi- o sırada elindeki çayın bir kısmını yere döktü- kanım aksın ki Orhan Pamuk’un, Murathan Mungan’ın, ne bileyim Dostoyevski’nin eserleriyle başvurayım yine kabul edilmez. (A)ma trollemeyip ne yapaydım! Hele söyle? Yav bunların birçoğu tırrektiiiir, tırrek…”

Bu olay, Türk edebiyat tarihine kara bir leke olarak kazınacak olsa da internet trollüğüne altın harflerle yazılacaktı.  

                                                               *****  

Şimdilerde birçok kişi bir lokantadan bahseder olmuştu. İsmi Vaad-ET ve sadece randevu üzerine müşteri kabul eden bu lokantaya herkes gitmek istiyordu. Vedat Kahramancık isimli bir öğretmenin işlettiği bu lokanta ağzının tadını bilen gurmelerin büyük bir çoğunluğunca onay üstüne onay alıyordu fakat lokantadan randevu almak pek zordu. Arayan herkes reddediliyordu. Vedat Kahramancık sadece test için gönderilen test ürünlerini kabul ediyordu. Telefon uygulamarından verilen puanlar ve yapılan yorumlar sağ olsun tüm kasaplar, manavlar onun peşindeydi. Kahramancık bir ara altı kişilik şanslı bir grubu lokantasına (bir evin bahçesine) kabul etmiş ve onlara mikrodalga fırında ısıttığı hazır yemekleri servis etmişti. Bu altı kişi Vaad-ET’in (gerçek olan) ilk ve son müşterileriydi ve yorumları şu şekildeydi:

– Yemeklerde başka bir tat var, anlatamıyorum. Damakta eriyor. Herkesin tecrübe etmesi gereken bir deneyim. 

– Bunu yemek olarak tanımlamak Vaad-Et’e haksızlık olur. Bu olsa olsa aşktı.

– Aşçı, sırrını kimseye söylemediği bir baharat kullanıyor. Bu baharat yemeğe muhteşem bir aroma katmakta. Vedat Bey’in söylediğine göre bu baharatı kendi köyünden gelmekteymiş. Bu arada Vedat Bey, köyünün adını bir sır gibi saklamakta…

Yazan: Fırat Muştak Güneş

The post Sonsuzluğun Sol Eliyle Uçurumun Kıyısında appeared first on GAZETE SANAT.

The post Sonsuzluğun Sol Eliyle Uçurumun Kıyısında appeared first on GAZETE SANAT.