Yalnızlık, çoğu zaman kaçmaya çalıştığımız ama eninde sonunda kapımızı çalan bir misafir. Bazen gölgeler gibi ardımızdan gelir, bazen sabaha karşı uykunun en derin yerinde uyandırır. Hiçbir gürültü, hiçbir insan kalabalığı, hiçbir sahte yakınlık onu susturamaz. Çünkü yalnızlık, insana kendisini hatırlatır. Başka hiçbir şeyin dolduramayacağı, en çıplak boşluğu açığa çıkarır.
Kalabalık içinde yalnız hissetmek, insanın taşıyabileceği en ağır yüklerden biridir. Yanında insanlar vardır, kahkahalar, sesler, konuşmalar vardır; ama sen orada değilsindir. Seslerin içinden geçer, sözlerin içinde kaybolur, ama hiçbirine dokunamazsın. İşte o an, yalnızlığın görünmezliği kalbine saplanır. Görülmemenin, duyulmamanın, anlaşılmamanın keskin acısıdır bu. Belki de en yakıcı yalnızlık, bu yüzden başkalarıyla yan yana iken hissedilendir.
Ama bir de kendi kendine seçilen, kendi içine dönerek kabul edilen yalnızlık vardır. O, bir yıkım değil; bir başlangıçtır. Sessizliği kucakladığında, kendi içindeki yankıları dinlemeye başladığında, yalnızlık öğretmen olur. İnsan kendine en çok orada yaklaşır. Soruların cevapsızlığında, sessizliğin ağırlığında, kendi varlığının özünü hisseder. “Ben kimim? Ne için buradayım? Neyi arıyorum?” soruları yalnızlığın koynunda daha gür çıkar. Belki cevap bulunmaz, ama sorunun kendisi insanı dönüştürür.
Yalnızlık bir koza gibidir. Kendi içine kapandığında karanlık basar, nefes almak zorlaşır, zaman akmaz. Ama koza seni öldürmez. Aksine, seni bir dönüşüme hazırlar. İçinde sabredersen, kabuğu kırıp çıktığında başka bir varlık olarak doğarsın. Daha hafif, daha çıplak, daha kendine ait. Yalnızlık seni öğütür, ama yeniden yoğurur.
Yalnız hissetmek aynı zamanda bir sınavdır. İnsan çoğu zaman başkalarının onayıyla, başkalarının sevgisiyle, başkalarının gözüyle kendini var eder. Ama yalnızlık bütün bu aynaları elinden alır. Geride yalnızca kendi çıplak varlığın kalır. Ve işte o an sormak zorunda kalırsın: “Ben, kimseye görünmesem de, kimse beni alkışlamasa da, var mıyım?” Yalnızlık, bu soruya verebildiğin cevaptır aslında. Eğer kendi sesini duyabiliyorsan, kendi gölgenle dost olabiliyorsan, evet, varsın.
Bazen yalnızlık ölüm gibi gelir. Sessizlik, karanlık, boşluk… İnsan kendi içine gömülür, sanki orada boğulacakmış gibi. Ama aynı zamanda yalnızlık bir doğum sancısıdır. Bir şeyler ölürken, içinden yeni bir ben doğar. Yalnızlık, ölümü de, yeniden doğumu da aynı anda içinde taşır. Bu yüzden acıdır ama aynı zamanda mucizevidir.
Geceleri uykusuz kaldığında, saatlerin akmadığını düşündüğünde, yalnızlığın sana fısıldadığını duyarsın: “Kendine bak.” O an, kalabalıkların susturduğu, gürültülerin bastırdığı bütün hislerin yüzeye çıkar. Kırgınlıkların, özlemlerin, hatırlamak istemediğin yaraların, sakladığın umutların… Hepsi yalnızlığın koynunda açığa çıkar. Bu yüzden çoğu insan yalnızlıktan kaçar. Çünkü kendi gerçeğiyle yüzleşmeye cesareti yoktur. Ama yüzleşebilen, yalnızlıktan kaçmayıp onunla oturabilen, kendisini yeniden kurar.
Yalnızlık aynı zamanda bir dostluk biçimidir. Dış dünyanın sesleri sustuğunda, kendi içindeki sese kulak verirsin. Kendine dost olmayı öğrenmek, en büyük devrimdir. Çünkü insan kendisine dost olabildiğinde, hiçbir kalabalığın eksikliği onu öldürmez. Ve o zaman, yalnızlık artık bir düşman değil, bir yol arkadaşı olur.
İnsanın yalnız hissetmesi, aslında bir hatırlayıştır. Hepimizin yolculuğu, tek başına doğmak ve tek başına ölmek arasında geçer. Ne kadar çok insanla temas etsek, ne kadar çok sevgi paylaşsak da, bu hakikat değişmez. Yalnızlık bize bunu hatırlatır. Ama aynı zamanda şunu da öğretir: bu yolculukta kendi varlığının yükünü sırtlanabilmek, en büyük özgürlüktür.
Bir gün kalabalıklardan sıyrılıp sessiz bir sokağa yürüdüğünde, rüzgarın yalnızca sana çarptığını hissettiğinde, anlarsın: yalnızlık boşluk değil, varlığın en yoğun hâlidir. Çünkü orada maskeler yoktur, roller yoktur, sahneler yoktur. Sadece sen ve senin çıplaklığın vardır.
Ve ben kendi yalnızlığımla barışırken şunu anlıyorum: bu his beni öldürmedi, aksine beni daha çok kendim yaptı. Yalnız hissettiğim her anda, biraz daha derinleştim, biraz daha hafifledim, biraz daha özümle karşılaştım. Evet, yalnızlık bazen kalbi sıkar, gözleri yakar, bedeni ağlatır. Ama aynı zamanda bana şunu hatırlatır: ben, kendi başıma da varım.
Yalnızlık, insanın en büyük korkusu kadar en büyük özgürlüğüdür de. Kimi zaman bir yaradır, kimi zaman bir doğum. Kimi zaman bir çöl gibi kurutur, kimi zaman bir deniz gibi içine alır. Ama her defasında insana kendisini öğretir. Kalabalıkların gürültüsünde değil, yalnızlığın sessizliğinde öğrenirsin kim olduğunu. Ve o sessizlikte duyduğun şey, varoluşunun çıplak gerçeğidir: Sen, kendi başına da varsın. İşte belki de bütün hayat, bu hakikati kabul edebilmekten ibarettir.
Yalnız Hisler Üzerine Bir Varoluşçu Güzelleme was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.