Yunanistan’dan Türkiye’ye SAFE için Casus Belli Şartı: AB Ne Yapacak?

Avrupa’nın Güvenliği için kritik öneme sahip olan SAFE Programı’na, AB üyesi olmayan Güney Kore ile Türkiye’nin de dahil edilmesi tartışılıyor. Ancak Avrupa Güvenliği için kritik olan bu programa Türkiye gibi stratejik bir partnerin katılımı, Yunanistan tarafından ‘bencil’ olarak nitelendirilebilecek bir yaklaşımla engellenmeye çalışılıyor.

Bu engelleme hususun detaylarına değineceğim ancak ilk olarak SAFE Programı’na bir değineyim ki meselenin hem AB Güvenliği hem de Türk savunma sanayii açısından karşılıklı önemi daha iyi anlaşılsın.

SAFE Programı Nedir?

Nisan 2022’de başlayan Ukrayna-Rusya Savaşı, Avrupa’yı savunma ve güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Uzun süre Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik rahatlığı içinde hareket eden AB ülkeleri, yeni tehdit ortamına karşı hızlı reaksiyon ihtiyacını fark etti. Bu çerçevede, SAFE ve ReArm gibi yeni savunma programları oluşturuldu.

Avrupa Birliği Konseyi tarafından 27 Mayıs 2025 tarihine kabul edilen Avrupa Güvenlik Eylemi (SAFE) Programı ise tüm bu programlar arasında öne çıkıyor. SAFE Programı; AB’nin, Avrupa savunma sanayii sektörünü desteklemek amacıyla acil ve büyük yatırımlara izin vererek, üye devletlere savunma hazırlığını hızlandırmaları için mali destek sağlamak amacıyla tasarlanmış yeni mali aracı olarak tanımlanıyor. Programın odak noktası ise kritik yetenek açıklarını kapatmak.

Bu kapsamda; üye devletlere, 150 milyar avroya kadar düşük faizli ve uzun vadeli kredi sağlanması amaçlanıyor. Programa, AB üyesi ülkeler ve EFTA üyesi olan İzlanda, Norveç ve İsviçre de katılım sağlayabiliyor. Bu ülkelere ilaveten; AB’ye katılım aşamasındaki aday ülkelerin ve AB ile Güvenlik ve Savunma Ortaklığı Anlaşması imzalayan; Arnavutluk, Kanada, Japonya, Moldova, Kuzey Makedonya, Norveç, Güney Kore ve Birleşik Krallık’ın da SAFE Fonu’na katılmasına izin veriliyor. Ancak krediyi sadece AB Üyesi ülkeler ve EFTA üyesi olan ülkeler alabilirken, bahsi geçen aday ve anlaşma imzalayan ülkeler ise yalnızca kredi alan ülkelerle birlikte ortak tedarik projelerine katılım sağlayabiliyor.

Esasında SAFE, 650 milyar avro değerinde olacak ReArm Europe Plan/Readiness 2030’un 150 milyar avroluk  ilk ayağı konumunda bulunuyor.

SAFE Programı, 2 ayrı kategori içerisindeki öncelikli savunma sanayii ürünlerinin tedarikini destekleyecek şekilde oluşturuldu.

Her iki kategoride de tedarik sözleşmelerinde, bileşen maliyetlerinin azami %35’inin AB ve AEA-EFTA üyesi ülkeler ile Ukrayna dışından gelmesine izin veriliyor.

Şu an için üye ülkelere yönelik geçici tahsisler ise şu şekilde (zoom yapabilirsiniz):

SAFE kapsamında Şubat 2026’dan itibaren ön finansmanın tetiklenmesi hedefleniyor. Yani özetle fon, 2026 yılı ilk çeyreğinden itibaren işler hale gelecek.

Türkiye’nin SAFE Özelindeki Konumu

Ukrayna-Rusya Savaşı ile birlikte tüm dünya, her ne kadar sofistike savunma sanayii teçhizatını sahip olunursa olsun, bunları istenildiğinde istenilen adette üretilmedikten sonra muharebe için bir öneminin olmadığını anladı. Bu yüzden Sabit Yönlü Kamikaze İHA ve Kamikaze FPV Drone gibi nispeten daha düşük teknolojiye sahip ancak kolay üretilebilir ve maliyet etkin tehditler savaşın kaderine etki ediyor. Tabii ki topçu mühimmatı ile derin taarruz kabiliyetine sahip seyir füzeleri ve balistik füzelerin de stratejik önemi oldukça yüksek.

Bu noktada başta NATO üyesi ülkeler – ki çoğu AB üyesi de buna dahil – bir taraftan Ukrayna’ya topçu mühimmatı ve hava savunma sistemi gibi savunma teçhizatını yetiştirmeye çalışırken, diğer taraftan da kendi savunma kapasitelerini arttırmalarının arayışı içerisindeler. Almanya gibi uzun yıllardır savunma sanayiini önceliklendirmeyen bir ülke tekrar 2. Dünya Savaşı anılarına geri dönerken, sokaklarında beyaz bayraklarla dolaşılan Stokholm ise NATO üyesi oldu. Özellikle Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Hırvatistan gibi topçu mühimmatı üretiminde öncü olan eski Sovyet ülkeleri ise üretim kapasitelerini daha da arttırma yoluna gitti.

Tabii ki bu noktada, NATO ve AB içerisinde parlayan bir yıldız var: Türk savunma sanayii. Türk Silahlı Kuvvetleri, 2016’dan itibaren; Fırat Kalkanı Harekatı (Suriye), Zeytin Dalı Harekatı (Suriye), Bahar Kalkanı Harekatı (Suriye), Barış Pınarı Harekatı (Suriye), Pençe Serisi Operasyonlar (Irak) ve Libya harekatlarını gerçekleştirdi. Türk savunma sanayii ise bu harekatların tamamında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne platformdan alt sistem bazına birçok ürün tedarik etti. Harekatın başarısında aktif rol oynadı. Sadece bunlarla sınırlı değil; Tek Vatan Harekatı’nda Azerbaycan’ın, Afrika’da ise birçok ülkenin en büyük destekçisi Türk savunma sanayii oldu.

Tüm bu olay geçmişinin ardından Türk savunma sanayiinin entelektüel seviyesi ve üretim altyapısı ciddi manada gelişim gösterdi. 2016-2025 döneminde Türk savunma sanayii; on binlerce akıllı mühimmat, yüzbinlerce topçu mühimmatı, yüzlerce silahlı insansız hava aracı, sofistike radar ve elektronik harp sistemleri, bütün katmanı kapatacak şekilde hava savunma teçhizatı, binlerce zırhlı kara platformu, onlarca deniz platformu, yazılım tabanlı sistemler üretti/geliştirdi.

İşte bu yüzden gerek NATO gerekse AB ülkeleri, Türkiye’yi Avrupa Güvenlik mimarisi içerisinde görmek istiyor. NATO Genel Sekreteri Rutte’den, AB Komisyonu Sözcüsü Regnier’ye kadar birçok isim de bunu açık bir şekilde ifade etti. Türkiye’ye özellikle Suriye harekatlarından bu yana sayısız savunma sanayii ambargosu uygulayan Almanya’nın Dışişleri Bakanı Wadephu dahi geçtiğimiz gün gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinin akabinde, “Türkiye, Avrupa’nın güvenliği açısından büyük önem taşıyor. Bir NATO müttefiki, müzakere süreçlerinin ev sahibi ve Montrö Sözleşmesi’nin koruyucusu olarak kritik bir rol üstleniyor.” ifadesini kullanarak bir anlamda Türkiye’nin SAFE’e katılmasına destek verdi. Çünkü tüm bu isimler, 40 yıldır muharip durumda olan tek ordu olan ve son 9 yıl içerisinde, 3 kıtada ondan fazla operasyonu/harekatı başarıyla tamamlayan Türk Silahlı Kuvvetleri ile onun ilelebet destekçisi Türk savunma sanayiinin, Avrupa’nın Güvenliği açısından ne anlama geldiğini çok iyi biliyor.

Ancak tüm bunlara rağmen Türkiye’nin SAFE Programı’na katılımı, eğer ‘ağzına acı biber sürülüp susturulmaz’ ise Yunanistan’ın bencil hedeflerinden ötürü engellenebilir.

Peki, Yunanistan’ın derdi ne?

Yunanistan’ın derdi, her zamanki gibi pek gerçekçi olmayan emelleri. Türkiye ile silah yarışına giren Yunanistan, önemli savunma tedarikleri gerçekleştirdi, gerçekleştiriyor. Ancak bu silah sistemlerini kullanacak askeri iş gücünden yoksun olduğu, harbe hazırlık oranının gerek lojistik gerekse bu iş gücünden yoksun olduğu için çok düşük olduğu zaten herkesçe biliniyor.

Öte yandan, Yunanistan sadece harbe hazırlık oranından değil; gerçek bir harp tecrübesinden de yoksun. Yani bir tarafta combat-proven statüsünden çok uzaktaki Yunan Ordusu’ndan, diğer tarafta ise Suriye’den Irak’a, Libya’dan Karabağ’a, Somali’den Katar’a, Kosova’ya kadar gerek teröristle mücadele gerek düzenli orduyla muharebe gerekse barışı koruma misyonu gerçekleştirmiş, gerçekleştirmekte olan muharip bir ordu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bahsediyoruz. Elbette ki burada ismini anmamın uygun olmadığı ülkelerdeki Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı varlığı da pek azımsanacak gibi değil.

Hal böyle olunca Yunanistan, askeri güçle ulaşmasının imkansız olduğu emellerine şantaj yoluyla ulaşma hedefi içerisinde. Türkiye, Ege’deki karasularını 12 mile uzatacağını açıklayan Yunanistan’ın bu kararını, 1996 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde aldığı karar ile savaş nedeni (Casus Belli) kabul edeceğini açıklamıştı. Bu kapsamda yıllardır Ege’de Türkiye ve Yunanistan, karasularını 6 mil olarak uyguluyor. Tabii Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde karasularını 6 mil olarak uygularken, hava sahasını ise 10 mil olarak uygulamaya çalışıyor. Elbette ki Türkiye buna izin vermiyor ve bu sebepten ötürü her iki ülkenin hava kuvvetleri arasında sürekli olarak it dalaşlarına şahit oluyoruz. Türk Deniz Kuvvetleri 30 adet  kadar S/İHA tedarik ettikten sonra bu it dalaşları da azaldı. Çünkü Yunanistan bu S/İHA’ları düşürmeye cesaret edemezken, savaş uçaklarıyla önleme yapınca da oluşan astronomik maliyete dayanamıyor.

İşte Yunanistan’ın, Türkiye’nin SAFE Fonu’na katılımının önündeki şartı bu ‘Casus Belli’ kararının kaldırılması. Yunanistan tarafından Ege’de uygulanacak bir 12 millik karasuyu rejimi, Ege Denizi’ndeki uluslararası suyolunu dahi kapatırken; Türkiye’ye ise – mütekabiliyet esası 12 mili o da uyguladığında – kayda değer bir avantaj sağlamıyor.

Özetle Yunanistan’ın temel motivasyonu, Ege’deki statükoyu kendi lehine değiştirmek ve Türkiye üzerindeki diplomatik baskıyı artırmaktır. Bu bağlamda Atina, Türkiye’nin SAFE’e katılımını bir pazarlık aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. Büyük Üçlü (Almanya, Fransa, İtalya)’nün tamamı, Kurucu Altılı’nın ise tamamına yakını Yunanistan’ın bu tutumuna karşı direkt veya örtülü tepki göstermiş durumda.

Bundan sonraki süreçte AB’nin ya Yunanistan’ı ikna etmesi ya da by-pass etmesi bekleniyor. Elbette ki burada Yunanistan’ın hamisi konumundaki Fransa’nın takınacağı tavır da önemli. Ancak bu ‘büyük toplara’ ilaveten; İspanya, Romanya, Polonya, İtalya, Macaristan, Estonya, Hırvatistan ve Bulgaristan’ın da Türkiye’ye yönelik SAFE özelinde ciddi desteklerinin olduğunu söylemek mümkündür.

Buna karşın Yunanistan’ın Casus Belli şartı, ortak güvenlik çıkarlarıyla ulusal politikaların çatıştığı bir kırılma noktası yaratmıştır. AB’nin bu süreci nasıl yöneteceği, hem Transatlantik güvenlik mimarisinin geleceğini hem de Türkiye–AB ilişkilerinin seyrini doğrudan etkileyecektir.

Anıl ŞAHİN

Kaynak: SavunmaSanayiST.com

The post Yunanistan’dan Türkiye’ye SAFE için Casus Belli Şartı: AB Ne Yapacak? first appeared on SavunmaSanayiST.