Zanna İsyan

Düşündüğümüz şeylerin doğru olduğuna inanmak, insan zihninin en eski tuzağı. Zannediyoruz ki, bir fikir zihnin yollarından geçip düştüyse önümüze, hakikattir ya da hakikat buna çok yakındır. Görmek, düşünmek, hissetmek, tatmak; duyularımız yanılabilir, aldanabilir, sanabilir, yönlenebilir, yönlendirilebilir. Zihnimizin nasıl gerçeklikler, senoryalar, sahneler kurabildiği, bu gücü; gücümüz hem ürkütücü hem de umutlu. Borges, “Bahçe Çatallanan Yollar” öyküsünde, zihnin seçtiği her ihtimalin yeni bir evren kurduğunu söylüyor. Kader diye yaşadığımız…

Aklımızı bir pusula belliyoruz. Şaşmaz ve berrak, kuzeyi sabit. Halbuki algılarımız, duygularımız ve dürtülerimiz; çoğu zaman baktığımız aynaları puslandırıyor, çarpıtıyor. Pusulanın iğnesi yanlış yere mıknatıslanıyor. Buna rağmen iç sesimize ne çok itibar ediyor, güveniyor ve bu gerçektir diyoruz. Oysa o bir kurgucu, yetenekli bir hikayeci. Bir yaşam yazıyor her birimize. Marcel Proust, Kayıp Zamanın İzinde durmadan bunu anlatıyor: Zihin gerçeği olduğu gibi bırakmıyor, yeniden yazıyor.

Hakikatin, düşündüklerimizden ve algıladıklarımızdan bağımsız olan varlığına toslayınca fark ediyoruz bunu. Halbuki uyanmak istemediğimiz, gerçeğin birebiri rüyaları inşa eden zihnimiz, uyanıkken de dünyalar kuruyor içimize. Bazen gerçeğin yamacına bazen fersah fersah uzağına. Ne ürkütücü kudret: Başımıza bela olan bütün krallar ilk orada giyiyor tacını. Ne umutlu bir kudret: Başımıza gelen tüm güzellikler ilk orada kuruluyor.

İnsan, değişebilmek, değiştirebilmek için zihnin bu yanılsamalarının farkına varırsa, ancak o zaman başka bir insanın varlığına bakabiliyor; kendi öfkesini, korkusunu, yargılarını, sevgilerini sorgulayabiliyor; adil olabiliyor.

Adalet, iddia ettiğimizin aksine başkalarıyla değil; ilk önce kendimizle, içimizle, zihnimizle kurduğumuz bir ilişki. Bu yüzden dünyanın çeşit çeşit diktatörlükleri altına girmemenin ilk adımı, kendi zihinlerimizin diktatörlüğünden kurtulabilmek. Düşündüğümüz herşeye inanmanın mahkumiyeti. Var. Hakikate yaklaşma özgürlüğü, zihnin sorgu odalarında.

Hür olmak düşünmekle mümkündür, düşünmeye cesaret etmek de her yiğidin harcı değil zannediyoruz, düşünceyi sorgulayabilmenin bir güç olduğunu ve asıl kavganın bu olduğunu görmüyoruz. Zanlarımıza, sanrılarımıza, düşündüklerimize özgürlüğümüzü feda ediyoruz.

İnsan, düşünmekle malûl. Bir iç güdü bu. Var olduğumuzdan beri düşünüyoruz. Zihnimiz ilk görevine sadık, bizi hayatta tutmaya çalışıyor. Düşünmek günün sonunda bir ödüle dönüşüyor; sorgulamanın herşeyi sarsan gücünün bir bedeli var. Sokrates’ ten beri bunun bedelini ödüyoruz .

Düşünceyi sorgulamayı hala öğrenemiş olmamızın sebebi de bu: Düşünmenin hissettirdiği gücü seviyoruz. Hatta bazılarımız bu gücü hissetmek için yazıyor muhtemelen. Sorgulamak, bu gücü kaybetmenin riskini taşıyor. Riskler sorumluluk ister. Emin olma halinin verdiği rahatlıktan güzel ne var? Sorgulamak, sarayları yakar; tahtları sarsar.

Dostoyevski’nin Yeraltı Adamı “Ben haklıyım”a cevap yetiştirmekten mahkum kaldı yeraltına. Ama biz aynı kadere mecbur değiliz. Yeraltından çıkıp yeryüzü adamı olmak, Borges’in bahçesinde çatallanan yolları bulmak mümkün.

Zanna İsyan was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.