Görsel yazara aittir
(Yazar Notu
Bu yazı zamanı anlatmıyor.
Zamanın içindeki uyanıklığı soruyor.
Zemberek; bir saat parçası değil,
insanın iradesi, değerleri ve “şimdi”yle kurduğu bağın adı.
Çalışmakla uyanmak,
yaşamakla farkında olmak arasındaki farkı işaret ediyor.
Bu metin bir çözüm önermiyor.
Sadece şunu hatırlatıyor:
Zaman akarken uyanmamak mümkün.
Ama uyanmak, her gün yeniden kurulmayı gerektiriyor.)
İzmir’de bit pazarından eski bir çalar saat aldım.
Markası silinmişti.
Kurmalıydı.
Zamana direnmişti.
Ama yorgundu.
Fosforlu rakamlarının fosforu dökülmüştü.
Geceyi artık tanımıyordu.
Karanlıkla barışık değildi.
Yine de çalışıyordu.
Rolantide bir motor gibi.
İstikrarlı.
Ritmik.
Tık.
Tak.
Tık.
İnsana her şey yolundaymış hissi veriyordu.
Oysa hiçbir şey yolunda değildi.
Alarmına gelince…
İçeriden bir gayret.
Bir çaba.
Bir boğulma sesi.
Tırrrr…
Zorlanan bir çığlık gibiydi bu.
Vaktin geldiğini haber vermeye çalışıyordu.
Ama vaktin kendisi de yorgundu.
Burası bir pazar.
Ama sıradan değil.
Bir ruhlar kabristanı.
Bir ticari taksinin üstündeki “TAXI” yazısı.
Yanında kullanılmış bir çay kaşığı.
Bir Ferdi Tayfur kaseti.
Önünde tahta sushi çubukları.
Hepsi yan yana.
Hepsi art arda.
Hepsi eskimiş.
Ama “eski” değil mesele.
Tecrübeli.
Kim bilir kaç hayatın kıyısından geçtiler.
Kaç doğuma.
Kaç ölüme.
Kaç ayrılığa.
İnsan olsalardı, “olgun” derdik.
Eşyaydılar.
Biz “eski” dedik.
Tecrübenin eşya üzerindeki iz düşümüne eskime deniyordu.
İki bluz gördüm.
Beğendim.
Kızım da beğendi.
Fiyat sordum.
Duyduğum rakam, aklımdakinin altıda biri.
Sevindim.
İnsan ucuz mutluluklara da razı oluyor bazen.
Etiket yoktu.
Ama zihnimde bir etiket vardı.
Görünüşe göre fiyat biçiyoruz hayata.
İçine bakmadan.
Bit pazarını evliliklere benzettim.
Kimi şeyler dışarıdan göz alıcı.
Ama içi boş.
Kimi şeyler sönük.
Ama anlayana kıymetli.
Saatle eve geldim.
Kurdum.
Cırt.
Cırt.
Cırt.
Biraz daha.
Bir tur daha.
Bekledim.
Alarm zamanı geldi.
Ama alarm çalmadı.
Tekrar denedim.
Yine olmadı.
Eski bir saatçiye götürdüm.
Saati eline aldı.
Gülümsedi.
“Bu en az elli yıllık,” dedi.
Sıkıntısını anlattım.
Birkaç deneme yaptı.
Sonra hükmünü verdi:
“Zembereği kırılmış.”
Kurarsın.
Çalışır.
Ama uyarmaz.
“Zembereğini bulmak zor,” dedi.
“Belki büyük şehirlerde…
Belki ehil bir usta…”
Zembereği kırık.
Çalışan ama uyandırmayan bir saat.
Ne hazin.
Zaman geçiyor.
Tık tak.
Tık tak.
Ama “şimdi” yok.
Bunu düşünmek lazım.
İnsan da böyle değil mi?
Uyarılmadan.
Değerleri olmadan.
İradesi kırılmışken…
Şimdiyi yaşayabilir mi?
Dedem Alzheimer’a yakalandı.
Son ayları ağır geçti.
Çok ağır.
Dindar bir insandı.
İbadetine düşkündü.
Hafızası silinirken bile…
Yattığı yerde…
Abdest alıyormuş gibi hareket ederdi.
Bir yakınıma sordum.
Cevabını bildiğim hâlde.
“Bu halde namaz ona farz mı?”
“Hayır,” dedi.
“Akıl yok.
İrade yok.”
Yani…
Zembereği kırık.
Çalışıyor.
Yaşıyor.
Ama uyarılmıyor.
Ve belki de insanı insan yapan tam olarak buydu:
Zembereği.
ZEMBEREK I was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.